HIV Pozitif Hayatın Günlüğü

Archive for Mayıs, 2011

Yeni Tavan…

Bu gece eski evimde son gecem dostlar. Yarından itibaren gözlerimi yeni bir evde sabahlara açacağım…

Bu gece tavanıma veda edeceğim !!! Bu şehre geldiğimizde henüz 9 yaşındaydım. Yıllarca
kendi küçük odamda, kendi dünyam da mutlu yaşadım-mıştım. Geceleri uyumadan önce tavanımı seyrederdim. Bazen ertesi günkü çalışmadığım sınavdan nasıl kopya çekeceğimi, bazen fazla kilolarımdan nasıl kurtulacağımı, bazen beğendiğim erkek arkadaşımı…..

Ne bilim işte bu tür genç kızsal şeyleri düşünür dururdum… ama nedense gözlerimi dimdik tavanıma dikerek düşünürdüm…

Bazen de benim ne çok derdimi biliyor diye, ne çok şeyime ortak oluyor diye düşünürdüm. Garip bir hisle de bu çok hoşuma giderdi…

Sonra bir gün… Hiç istemeden bir gün nişanlandım, ardından evlendim ve o evimden ay(ı)rıldım…
Artık tavanım yoktu… Oysaki evliliğimin ilk 2 yılından sonra paylaşacağım daha çok derdim vardı ama tavanım yoktu… Ben evlendikten sonra annemlerde evi kiraya verip şehir dışındaki evimizde oturmaya başlamışlardı. Benim odam kim bilir kimlerindi…

Ama nereden bilebilirdim ki tam 6 yıl sonra boşanıp yine o eve geri taşınacağımı. Annemlerle birlikte geri gelmiştik. Ve ben yine tavanıma kavuşmuştum. Ama bu sefer yanımda kızımda vardı. Belki de bu sefer tavanım onun genç kızsal aşk dertlerine, benim ise anne olarak kaygılarıma, çalışan kadın olarak sorumluluklarıma, evde evlat olarak yapmam gerekenlerime karşı yine dert ortaklığı yapıyordu…

Hiç unutamadığım bir derdimi çok iyi bilir. Boşandıktan sonra çok ama çok fena bir şekilde aşık olmuştum. Ayaklarım yere basmıyordu:) Harika giden 2 yıllık ilişkinin ardından ayrılık acısı çok fanaydı. Çok acıtmıştı…

Geceler boyu nasıl ağladığımı çok iyi biliyordu tavanım. O zamanlarımda aşktan öyle çaresizdim ki.!!! Gözyaşları hafifletmiyordu yüreğimin ağrısını. Geri dönmek için kalbimle aklımın savaşında çok iyi bilir. Ama en çok buna gururumun izin vermediğini…

Yıllar yıllar sonra da HIV pozitif olduğumu da paylaştım onla. Yine beyaz, dümdüz ve sessizdi… Ama ben bu sefer ağlamıyordum… Sadece HIV pozitif olduğumu ve gidip test yaptırması için O’nu telefonla aradığıma ve günün gecesi gözlerimin dolduğuna şahitlik etti…

Evet bu geceden sonra yine tavanım olmayacak… Odamı boşaltırken, tüm gülüşlerimi, gözyaşlarımı, yaşamışlıklarımı, kokumun bir kısmını o odamda, genç kızlığımın ve kadınlığımın geçtiği o şirin, minik odada bırakacağım…

Ama bundan sonra en güzel kahkahalarımı ve huzurlu uykularımı da yeni odama taşıyacağım…

Mutlu yarınlarım için…

Sevgi Yılmaz

Annem ve Babam…

Taşındığımız için evdeki internet bağlantısını iptal ettirdim. Bu aralar İnternete girmek için cafeye geliyorum. Çevreme bakıyorum da 10–15 yaş gurubu çocuklar var. Aman nasıl bağırış çağırışlar. Sanırım ağ bağlantısı ile strateji oyunu oynuyorlar. Arada bir, bir tanesi içer ki bölüme (benim olduğum salona) “-Abiii saldırıyorlaaarrrrrrrrr !!!” diye avaz avaz bağırarak geliyor . İlk zamanlar “Kim saldırıyoooo? !!!! ” diye şaşa kalıyordum. Saldıranlarda bilmem ne ırkı savaşçılarıymış : )))) Neyse şimdilik böyle idare ediyorum…

Bu aralar bir yoğunluk içindeyim. Bir İstanbul bir şehir dışı koşturup duruyorum. Babam 1,5 ay önce ameliyat oldu. Bu yüzden de ayağa kalkamıyor. Ha bire antibiyotik iğne olup duruyor. Yazlığımıza yakın sayılabilinecek özel bir hastanede yatıyor. İğnelerini de ancak İstanbul’da bir enfeksiyon Doktoru yazabiliyor. 10 günde bir gelip iğnelerini yazdırıp ve aynı gün geri döndüm. Bu sıcaklarda Doktor kuyrukları, eczane beklemeleri ve ilacı alıp tekrar yollara düşmek de kolay olmuyor. Ama hiç GIG!!! bile demem, çünkü biricik babama canım feda.

Ayyy canım benim yaaa kıyamam ben ona. Hiç oturamayan, kıpır kıpır gezmeyi çok seven bir adamdır benim babacım. Şimdi 1,5 aydır yatağa çakılı kaldı. Doktor her defasında “bu 10 iğneden sonra ayağa kalkacaksın” diyor. Dün yazdırdığım 40. iğne oldu.. Maalesef ameliyatlarda böyle enfeksiyon alma riskleri olabiliyormuş. Bu seferde babacığıma denk geldi.

Anacımın da kaderi bu sene hasta bakmakla geçiyor. 2,5 ay bana baktı, şimdide babama bakıyor.
Aman çok şükür benim o günlerim geçti. Veee bir an öncede babacığımın iyileşmesini istiyorum.

Hiç unutmam: Cerrahpaşa enfeksiyon bölümünde tedavi görürken bir gün dışarıda kar kıyamet, lapa lapa kar yağıyor ve camdan babamın geldiğini gördüm. İki kutu serumu yüklenmiş geliyor. Yüzünden ne kadar çok yorulduğu anlaşılıyordu. Bu arada benim babam 70 yaşında. (Gerçi yaşıtlarına nazaran çok dinçtir.) Odaya girdi ve kolileri komedinin üzerine bıraktı, uyuşmuş ellerine aldırmadan yüzümü okşadı ve usul bir sesle “-Nasılsın kızım?” diye sordu, gözlerinde ki hassasiyeti kelimelerle ifade edemem . Benim üzerime çok titrerler…

SÖYLESENİZE BÖYLE BİR ANANIN VE BABANIN HAKKI NASIL ÖDENİR??? Ne kutsal bir sevgi bu. Hiç karşılık beklemeksizin… İnanır mısınız bu satırları bile yazarken gözlerim doldu…

Sevgi Yılmaz

Gülümsemeyi Devralmak…

Bir kaç zamandır bütün boş zamanlarımı geçirdiğim tek yer dernek. Pazartesi günü diyetisyen ile görüştüm.

Salı Psikolog ile Çarşamba derneğin enfeksiyon doktoru ile.  Açıkçası diyetisyen ile görüştükten sonra şaşırdım. Sadece HIV pozitif olup olmamakla alakalı olmadan dengeli bir beslenmenin nasıl olması gerektiği konusunda duyduklarım hala beni düşündürüyor Çünkü çevreme bakıyorum da hiç bir tanıdığım dengeli beslenmiyormuş oysa. Gün içinde alınması gereken vitamin, mineral ve kalorinin yeterli olması için yenilmesi gerekenler, içilmesi gerekenler…

Yani aslında ben ve çevremde tanıdığım bir çok insan hiç beslenmiyormuş… Aslında dengeli beslenmekte bir sanatmış hakikaten bakalım becerebilecek miyim. Ama ben sabah uyandığımda mis gibi kokan nescafemin yanında içime çektiğim sigaradan nasıl ayrılırım ki…

Deneyeceğiz… 

Göreceğiz…

Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir ya bir deneyelim bakalım.

Psikolog ile görüşmek ne önemli bir olaymış yahu… Kendimde neden bunu yapıyorum diye düşündüğüm bir çok davranışın, kökeninin aslında geçmişte yaşadığım ve psikoloğun bana açtığı yolla ilerleyerek ulaştığım o minicik ayrıntıların nasılda bugünlerime uzanan sonuçları varmış meğer. Mesela neden kırmızı rengi çok sevdiğim halde yeşil renk beni rahatsız ediyormuş bunu bile fark etmemi sağladı. Yani size o kadar diyim ister sorununuz olsun ister olmasın, ya da sorun olarak görmediğiniz ama sizi rahatsız eden  canınızı sıkan her şeyin bir nedeni var. Çok sevdiğimiz kıyafetlerimizi temiz olsun diye yıkıyoruz, arabamız temiz görünsün diye yıkatmaya götürüyoruz, evimizi temiz tutmaya çalışıyoruz ama bütün bunları yaparken ruhumuzu temizlemeyi neden düşünemiyoruz acaba. Psikoloğa gitmek için büyük sorunların olması gerekmiyormuş. Arada ruhumuzu da yaşarken biriktirdiği sıkıntılardan yüklerden artırmak gerekiyor. Kıyafet, araba sahip olduğum birçok şeye gösterdiğim özeni nasıl kendime göstermemişim bunca zaman  cidden anlayamadım.  Görüşme odasından çıktığımda kuş gibiydim ve buna ihtiyacım olduğunu eğer HIV ile yaşamasaydım sanırım anlayamayacaktım. Dönem dönem bunu tekrarlamak ve ruhuma cila atmak aslında kendim için yapacağım en önemli şey gibi geldi bana. Tavsiyem şudur HIV pozitif olun olmayın, büyük ya da küçük sorununuz olsun olmasın, hayatınızda her zaman mutlu olsanız da olmasanızda ruhunuza dokunun derim. Çünkü bu sahip olduğumuz evden, arabadan, kıyafetten ve sahip olduğumuz her şeyden daha değerli ve emin olun ilgiyi hak ediyor. Ruhunuza dokunun arkadaşlar, onu ihmal etmeyin derim.

Evet gelelim enfeksiyon doktoru ile görüşmeme. Hastanede tedavimi takip eden hekime sormak istediğim ya da sorduysam da aldığım cevapların yeterli olmadığını hissettiğim ne kadar çok soru birikmiştir varın tahmin edin…

Bu kadar yüklü bir merakla odaya girip selam verip elini sıkıp direk konuşmaya başladım. Hiç kesmesi sözümü yüzünde ki tebessümle beni izliyor izlerken de bir yandan söylediklerimle ilgili küçük notlar alıyordu. Bir süre sonra fark ettim ve “kusura bakmayın böyle durmadan konuşuyorum” dedim ve sözü kendisine bıraktım. O kadar hızlı ve heyecanla anlattığım hiç bir noktayı atlamadan hepsine cevap verdi. Hangi hastanede çalıştığını ve “Sizin takibinizde olmak için ne yapmam gerekir?” dedim. Küçük bir tebessüm ile yanıt verdi. “ Kıvanç’çığım öncelikle dernekte tedavi vermiyoruz sadece tıbbi danışmanlık veriyoruz ama hastanede ki doktoruna sormak istediğin her şeyi sorabilmelisin ve cevap beklediğini belirtmelisin. Çünkü kronik sağlık durumlarında hasta hekim ilişkisi hayat boyu devam edecek bir durum olduğundan önemlidir. Ülkemizde ne yazık ki bir hekime düşen hasta sayısı fazla ve HIV yurt dışında olduğu gibi özel bir klinikte takip edilmiyor. Yani doktorun senin dışında bir çok enfeksiyon hastalığına sahip kişileri de takip ediyor o nedenle kısıtlı sürede bu bilgileri alman zor olabilir ama bunları talep etmeyi ihmal etmemelisin, tüm taleplerine rağmen sonuç alamıyorsan tedavi aldığın hekimi ya da hastaneyi değiştirebilirsin çünkü hasta haklarımızda kişinin tedavi alacağı hekimi seçme hakkı vardır. Biraz da kendini geliştirirsen HIV konusunda tedavinde hekime destek olarak onu yönlendirebilir ve az zamana daha çok paylaşım sığdırabilirsin. Şimdi istersen test sonuçlarının anlamları neler, hangi değerler ne anlama geliyor bir bakalım” diyerek o güne kadar yaptırdığım testlerimi aldı. Beni dinlerken suratında ki gülümsemeyi ben devraldım sanki…

Aynı tebessümle doktoru dinlemeye devam ettim.

Derneğin kapısını her çaldığımda içeri girerken var olan eksikliklerim her seferinde tamamlanarak beni büyütmeye devam ediyor. Yeni Kıvanç uzun zamandır dışarı çıkmadı yeni Kıvancı bir dolaştırmak lazım değil mi dostlar. Şöyle bir Galata’ya uzanıp kendisine güzel bir yemek ısmarlayayım dedim…

Kıvanç Er

Taşınıyoruz…

Kendi evimizi sattık ve başka bir semtte daire aldık. Annemin de ileri derecede romatizmaları var ve merdiven inip çıkamıyor, bu nedenle asansörlü bir yer tercih ettik.

Alım satım işlemleri başladıktan sonra babam ameliyat oldu. Aslında babamın doktoru babamı ameliyat etmeden önce “Lazerli ameliyat bu, 2 saat sonra seni evine yollayacağız, bir şeyin kalmayacak” demişti.

Babamda buna güvenerek evi taşımadan bu iş de çıksın aradan deyip apar topar ameliyat oldu. Ama hesap tutmadı. Şimdi taşınmakla ilgili tüm işlerde bana kaldı. İstanbul’dayım, taşıma şirketi araştırıyorum ve bir yandan da evi toplamakla meşgulüm. Yeni evin kornişlerinden tutunda, telefon, elektrik, su, doğal gaz ve bilumum tüm işlerine koşturuyorum…

Hele benim için en komiği; evin alımını yaptığımız gün tapu dairesine gittik. Dairenin açılmasını bekledik. Benim çantamda 90 bin TL nakit para ile ben çarşı gezdim…

Omzum kopmuştu…

Sevgi Yılmaz

Hayat Yeni Başlıyor…

Hayat ne alıyorsa o kadarını geri veriyor sanırım bugün bunu öğrendim. Elimden hayatımın, sağlığımın geleceğimin alındığını söyleyen hayat bugün bana şaka yaptığını fısıldadı usulca…

Bu yaşıma kadar büyüklerimden duyduğum, sıkıntılı zamanlarımda dostlarımın teselli cümlesi olarak kullanılan ve neredeyse tüm insanların diline pelesenk olmuş “Hayat devam etikçe her zaman umut vardır” cümlesinin uygulamalı olarak ne kadar ama ne kadar haklı ve doğru olduğunu öğrendim.

Yaşanılan her neyse, her zaman değiştirilecek bir bakış açısı, gidilecek bir yol, omzunu omzuna yaslayacak yeni yol arkadaşları bulmanın ve çalınacak bir kapıyı bulmanın mucize, serap ya da halisilasyon olmadığını gördüm. Aldığım nefes kadar, taşıdığım beden kadar ve ben kadar varmış aslında her zaman bir umut. Bunu görmek güzel, doğum günüm gelmeden yeni bir yaş olgunluğu kazanmış olmakta sanırım adım atabilmiş olduğum için hayatın bana verdiği bir bonus…

Derneği tekrar arayarak adreslerini aldım ve işimi de ona göre ayarlayarak erken çıkıp harikalar diyarına geçmemi sağlayacak kapıyı çaldığım o gün sanırım hayatın benimle olan şakalaşmasın son bulduğu andır. Hayat devam ettikçe hayatın tüm şakalarını, sunduğu dertleri, kederleri ve mutlulukları sanırım artık onu gerçekten anlayarak yaşayacağım için hayatın son şakasıdır diyorum. Biliyorum ki hayat ben yaşadığım sürece kendi gibi davranmaya devam edecek ama ben onu anlarken daha  doğru anlayabileceğim bunu biliyorum…

Dernekte o gün tanıştığım iki arkadaşla sanki senelerdir tanışıyormuşuz samimiyetinde geçirdiğim 2 saatin sonu beni başkalaştırdı. Sarıldığım sıcak kucakların, gördüğüm ılık ve içimi ısıtan bakışların ve memnun oldum diye sıktığım ellerin, sahiplenici korumacı ve kollayıcı güven dolu sağlamlıkları o kapıdan yeni bir Kıvanç olarak çıkmamı sağladı.

HIV ile yaşamaya başladığımızda sanırım hayata bakışımız başkalaşıyor… Sürekli gittiğim, dolaştığım yerleri daha farklı görüyorum, Atlas pasajında ne çok keşfetmediğim mağaza varmış mesela ya da istiklalde sürekli önünden geçtiğim Fransız konsolosluğunun bahçesinde can bulan ağaçların yeşilini kafamı kaldırım bugün fark ettim. Sürekli bir aşağı bir yukarı gidip gelen insanların bir ritimle yürüdüklerini bugün keşfettim.  Karşıdan karşıya geçerken kırmızı ışıkta ”Lütfen Bekleyiniz… Lütfen Bekleyiniz” yeşil yandığında  “Şimdi Karşıdan Geçebilirsiniz” diye sürekli Anons yapan trafik ışıklarının manasız olduğunu düşünürken daha önceleri görmediğim görme engelli insanların o anonslar sayesinde karşıya geçerken güven içinde yürüdüklerini anlayabildim. HIV pozitiftim ve bununda bir anlamı vardı.

Kıvanç Er

Açılmak…

Şimdi ben HIV pozitifim yaaa. Nedense bunu saklamak bana çok sıkıcı geliyor. Ailemi düşündüğüm için; toplumun HIV’i doğru dürüst bilmemesi ve ön yargılı olmasından dolayı yakın çevremdeki kimseye söylemiyorum.

Çoookk yakın bir iki arkadaşım biliyor sadece. Bir elin parmaklarını da geçmez bu. Yan dairemizde oturan komşum benim çok samimi arkadaşım. Çok da sıkı fıkıyız. Birbirimizin her derdini biliriz. Düne kadar o benim HIV pozitif olduğumu bilmiyordu. Önceleri, çok hassas bir kız olduğu için anlatmadım. Üzülür diye düşündüm ama sonradan da ona oturmaya gittiğimde söylemediğim için rahatsız oluyordum. Çünkü; gerçek dostlukta sır olmaz.

Ben içi dışı bir net bir insanımdır. Yalandan da hoşlanmıyorum. Örneğin ona HIV pozitif arkadaşım Elif ve diğer arkadaşlarda buluştuğumda, nasıl tanıştığımı falan hep yalan söyleyerek başka çevrelerdenmiş gibi anlattım. Yani HIV ile ilgili bölümleri çıkartarak aktardım.

Dün sabah kahvesi içmeye geçtiğimde dayanamadım ve anlattım. Nasıl bir tepki vereceğini bilmeden sadece tahmin yürüterek yaptım bunu. Ve ne cesarettir ki onu kaybetmeyi göze alarak anlattım. Belki benden, HIV’den çok korkup bir daha asla arkadaşım olmak istemeyecek, evime adım bile atmayacaktı. İtiraf edeyim aslında ilk duyduğunda ki yüz ifadesini ve gözlerindeki düşüncelerini de çok merak ettim. Acaba nasıl bir tepki verecekti? İnsanlar bu konuya nasıl bakıyorlardı?

İlk olarak “-HIV hakkında ne biliyorsun?” dedim. Soruyu garipseyerek “-AIDS değil mi?” dedi.
Bende “-Evet !!! Ben o virüsün taşıyıcısıyım. Bu nedenle hastanede o kadar süre yattım ve bu nedenle hala ilaç kullanıyorum” dedim. Yüzünün ifadesini ve gözlerindeki şaşkınlığı GÖRDÜM… Gözlerini iri iri açtı ve dondu kaldı. Sonra ben ara vermeden; aldığım
tedaviyi, ilaçları kullandığım sürece hiçbir tehlike altında olmadığımı, günlük yaşamda bulaştırma riskimin 0 olduğunu anlattım. HIV ve AIDS ile ilgili gerekli bilgileri verdim. Beni ilgi ile dinledi.

Sonradan kendisine: “- Eğer benden çekiniyorsan, her hangi bir bulaş olabileceğini düşünüyorsan seni gerçekten anlarım ve saygı ile karşılarım. Asla kırılmam” dedim. O da “- Saçmalamaaaa !!!. Evet ilk duyduğumda ilk aklıma gelen ÖLÜM oldu ve senin öleceğini düşündüm, çok üzüldüm. Ama anlattıklarınla bunun böyle olmağını şimdi anladım artık. Toplum olarak hepimiz bu hastalığın çaresiz olduğunu sanıyoruz. Çünkü çok kötü bir imajı var. Birde bunu başkasından duysaydım daha farklı algılardım sanırım. Ama seni çok iyi tanıdığım için çevrendeki hiç kimseye zarar vermeyeceğini çok iyi biliyorum. Eğer ki böyle bir risk olsaydı zaten sen çekerdin kendini, merak etme benim içim senin anlattıklarınla çok rahat” dedi.

3 gün öncesinden Ortaköy ‘e gitmeyi planlamıştık. Ve ben evden çıkmadan oturdum bu durumu anlattım. Konuşmamız bittikten sonra hazırlandık ve evden çıktık. Daha apartmanın kapısının önünde hemen koluma girdi. Normalde hep ben onun koluna
girerdim. Belki bir süre bana dokunma konusunda hassasiyet yaşayabilir diye düşündüm ve koluna girmedim. Ama o öyle doğaldı ki. Bir kez daha gerçek dost seçimlerimi ne kadar doğru yaptığımı anladım. Bir de ne kadar çok sevildiğimi : )))

Biricik komşum, kızım ve ben harika ve çok keyifli bir Ortaköy gezintisi yaptık. Çok güzel bir Pazar günüydü benim için. Üzerimden de öyle ağır bir yük kalkmıştı ki anlatamam : )))))
Paylaşmak istedim : ))

Sevgi Yılmaz

Gaz Maskesi ile Çiçek Koklamak…

İnsanların vurdumduymazlığına her zaman hayret etmişimdir. Bir de o kadar ilginç savunmaları oluyor ki;

“Türk’e bir şey olmaz”

“2 bira içtim mi vücut mikrobu atar”

“İlişkiden sonra sabunla iyice yıkıyorum”

“Hamsi AIDS’ten korur!”

“Gaz maskesiyle çiçek mi koklanırmış!”

“Kaç kere yattım, bir şey olmadı!”

“Atın ölümü arpadan olsun!”

“Çok güzel bir insan, onda hastalık yoktur!”

“Bir gün hepimiz nasılsa öleceğiz!”

Tanesi 1 TL’ye gelen kondom almak ve kullanmak bu kadar mı zor. Üstelik eğlenceli bir bu kadar çok çeşidi varken…

HIV denen bu gerçekten haberim olsaydı ve beni bulabileceği aklıma gelseydi kullanmaz mıydım hiç?

Sevgi Yılmaz

Tedaviye İnanıyorum!

Ben hastanede yatarken doktorun bana dediği hala kulağımda sanki “İlaçlarına ve tedavine inanmalı bana da güvenmelisin!”

Doğruydu…

İnanmadan bir şeyi yapmak ne ise yarardı ki?

Babaannemin dediği üzere gönülsüz aş ya karın ağrıtır ya baş. İlaca başlamadan evvel her gün nasıl unutmadan içeceğim diyordum. Hatta kendimce idman olsun diye bir çözüm bile düşünmüştüm. Alarm kurdum her gün çalacaktı bende çaldığı anda ilaç niyetine 1 tane bonibon atacaktım ağzıma:)

Tabi mevzuu bonibon olunca temsili ilaç saatleri 4 gözle beklenir olmuş hatta bazen 1 taneyle yetinmeyip 1 kutuyu ağzıma boca ettiğimi bilirim:)

İlacın yan etkileri oldu mu? Evet, oldu ama bence tüm o etkiler benim ileri safhada tanı almamla alakalıydı.

Eminim hastalık belirtisi olmadan tanı almış ve kontrol altındayken ilaca başlamış olsaydım hiçbiri olmazdı. Yoğun bir donemde mesaiye kaldık ve 23.00’a kadar çalıştık. Tabi ben ilaçlarımı almıştım hatta üzerine çok nefis bir yemek bile yemiştim. Geç çıktığımız için müdürümüz bizi arabasıyla bıraktı eve yolda hafif hafif midem bulanıyordu ama pek umursamadım ama eve gidip banyoya girdiğimde dayanamayacağımı anlayıp direkt çıkardım hem ilacı hem yediklerimi.

İşte o zaman ilaçta cıktı eeee yeniden alsam mı dedim kendi kendime ve almamaya karar verdim. Gecenin bir saatinde doktoru arayıp danışmakta olmaz dedim. İlaca başladığım sure boyunca tek yan etki denilebilecek olay böyle cereyan etti.

Zaten ilaca başladıktan kısa sure sonra sağlığımda eski haline gelmeye başladığı için ilacın yan etkileri de ortadan kalktı. İlaç taşımayı ilaç almayı kendime sevdirmek için türlü türlü şeyler düşündüm hala da düşünüyorum. Mesela yanımda taşıdığım ilaç kutularına çok özen gösteriyorum. Her gittiğim ülkeden ilaç kutusu alıyorum mesela Şu sıralar Danimarka’dan aldığımı kullanıyorum diğer ay Portekiz’den aldığıma geçeceğim. Çünkü madem bu ilaçlarla hayatim boyunca kanka modunda olacağım iyi geçinmeliyim:)

Şimdi evden çıkarken almam gerekenler akbil, telefon, anahtar ve ilaç kutum olarak revize edildi.

Deniz Türk

Mutluluğu Paylaşmak…

Geçtiğimiz hafta sonunu harika geçirdim. Çok eğlendim. Adapazarı’nda arkadaşımın köy evine gittik. Daha doğrusu arkadaşımın kayınvalidesi ve görümcesi orada yaşıyor.

7 kadın + 1 delikanlı + 3 çocuk + birde ev sahibi arkadaşın eşi cumartesi sabahı saat 06:00’da belirlediğimiz noktada buluştuk Tam teşkilat hazırdık. Bol miktarda erzaklarımız, termoslarda çaylarımız, iskambil kâğıtlarımız, topumuz, üzerimizde eşofmanlarımız rahat rahat doluştuk arabaya ve yola koyulduk.

Giderken arabanın en arkasına kocaman bir battaniye serdim ve bir güzel yayılıp gidene kadar uyudum. Gözümü açtığımda Sapanca göl kenarındaydım. Ohhh çok güzeldi. Gölün hemen kenarına kızlarla mükellef bir kahvaltı sofrası kurduk. Köy içinden de sıcacık taze ekmek almıştık, çaylarımızın demi de tabiri yerindeyse tam tavşankanıydı (termosta
olmasına rağmen). Güle eğlene bir giriştik kahvaltıya, sormayın gitsin.

Göl kenarında sofra keyfinden sonra, Adapazarı’na köy evine gittik. Ayyyy ev tam bir köy evi. Kocccaammannnn bir bahçenin içerisinde. Bahçede ahır, odunluk, kümes, bir sürü dut ağaçları, selvi ağaçları, çamlar vardı. Ve yeşilin öyle güzel bir tonu vardı ki anlatamam. Öğleden sonrayı top oynayarak geçirdik. Kazık kadar kadınlar voleybol ve istop oynadık J Bu arada kendimde eski enerjimi görmek beni çok mutlu etti. Hastaneden beri böyle koşup
eğlenmemiştim…

Arada bir dut ağaçlarına gidip o lezzetli dutlardan yedik, dalından kopartıp yemek öyle zevkli oluyor ki. Uzun zamandır açık havada böyle keyif aldığımı hatırlamıyorum. Bir ara durup bahçeyi seyrederken, hastanedeki halim geldi aklıma ve Allah’ıma bu günlerim
için defalarca şükrettim. Çünkü çok iyiydim ve mutluydum. Kızım da yanımdaydı ve o da koşturup oynuyordu. Öyle huzurlu ve mutlu görünüyordu ki, onu seyretmek bile beni delice sevindiriyordu. O da bunun farkında olmalı ki sık sık yanıma gelip sımsıkı öpüp kokluyordu beni.

Akşamüzeri mangalımızı yaktık. Birimiz etleri pişirdi, diğeri bolca salata yaptı, geriye kalanların bir kısmı bahçe ortasındaki masayı hazırladı. Hep birlikte yemeğimizi de yedik. Kalabalıkla yemek yemek çok keyifli oluyor. Yemekler güzel, sohbet güzel, ortam güzel…

Yemeğin üzerine bir de keyif çayı demledik ve kağıt oynadık. Böyle kalabalıkla en güzel oynanan oyun: Blöf’tür. Benim çok eskiden bildiğim eğlenceli bir oyun. Amaç yere kapalı koyduğun kâğıtları diğerlerine yakalanmadan kakalamak ve elindeki kâğıtları herkesken önce bitirmek. Öğrenmek isteyen olursa detaylı yazarım size. Bu accaip zevkli bir oyun. Oynarken öyle çok gülüyorsunuz ki. Hele başkasının yedirmeye çalıştığı kağıdı yakaladığınız da.

Gece de 03:00′ e kadar oturduk. Çerez ve meyve yerken başımızdan geçen en komik hikâyelerimizi anlattık. Her bir öyküde yerlere yattık. Artık kahkaha atmaktan yüzüme felç geldi sandım.

Ertesi sabah önce bir yağmur bastırdı kiiii, aman Allah !!! Neyse ki yaz yağmuru hemen geçti. Yine bahçede kahvaltımızı ettik. Arkadaşın biri bizim için hiç üşenmedi ve özel olarak mıhlama yaptı, ilk kez yedim ve çok hoşuma gitti. Birde ev yapımı köy ekmeği vardı. Çok yedik yine.

Bu seferde kağıtlarla hep birlikte papaz kimde oynadık. Ama cezalı J Oynarken birden aklıma çok iyi bir ceza fikri geldi. Papaz kimde kaldıysa onun yüzüne bıyık çizecektim. Ve oyun süresince öyle oturacaktı. Her defasında başka birinde kağıt kaldı. Yüz şekillerine göre, siyah göz kalemi ile bıyıklar çizdim. Birine ağalar gibi pala bıyık, birine korsan bıyığı, birine kaytan bıyık, birine de birine top sakal çizdim. Bende kaldığında ise yanaklarımın yanlarına kadar taşan bir pala bıyık çizdiler.

Gülmekten birbirimizin yüzüne bakamıyorduk bile. Bir arkadaşın 18 yaşındaki oğlu da gelmişti. Eeeee o cezaya kaldığında bıyık çizmek anlamsız olacaktı. İlk etapta ruj sürmek için çok sıkıştırdım ama ikna edemedim. En sonunda başörtü takmaya razı ettim. Birde çocuğa göbek attırdık yaaa. Ama halimizi bir görecektiniz. Erkek kılığında kadınlar ve kadın kılığında bir delikanlı. Bir sürü resim çektik. Hepimiz bıyıklarımızla büründüğümüz kimlik ile poz verdik. En komiği de biz erkeklerin bir tane baş örtülü masum genç kızın (delikanlının yani) peşinde koşturup kovalamamız oldu. Garibimin bir kaçışı vardı ki. Eeee napsın arkasında 7 bıyıklı adam vardı.

Kabile halinde ahıra inek sağmaya girdik. Evin kızı bu işte öyle profesyonel olmuş ki, çok kısa bir manda koca bir kovayı sütle doldurdu. Evlerimize dönerken her birimize taze sütten de verdiler. Civcivleri de unutmim. Bir sürü minicik… Çocuklar en çok onları sevdiler.

Hava kararmadan eve dönüş yolunu tuttuk. Bu sefer minibüsün arkasında yine battaniyeyi serip iki kız oturduk ve 51 oynadık. Teybin sesi sonuna kadar açık. En hareketli şarkılar çalıyor. Şarkılara eşlik ederek eve nasıl geldiğimizi anlamadım bile.

Bu cumartesi de Heybeli Ada’ya, çok daha kalabalık olarak pikniğe gidiyoruz. Yine çok eğlenceli geçeceğine eminim. Geçen senede gittiğimizde harika olmuştu. Vapurda giderken hep bir ağızdan şarkılar söylemiştik. Bu seferde güzel olacağına %100 eminim…

HÜZÜNLER PAYLAŞTIKÇA AZALIR, MUTLULUKLAR İSE PAYLAŞTIKÇA ÇOĞALIR…

Sevgi Yılmaz

Deniz Kıyısında…

Dalgaların vurduğu kıyıda biraz oturayım dedim. Bir yandan üzerime hafifçe vuran dalgalarla oynadım, denize minik çakıl taşları attım ve çevremi izledim. Küçücük kız çocukları bikinilerinin altı kaymış, diz kapaklarına bile gelmeyen sularda çırpınıyorlar ve bir yandan da “Annneee!!! baaakk nasıl yüzüyorruuumm benn !!!” diye bağrışıyorlar. Henüz ergenliğe girmemiş kızlarda bellerinde kelebek desenli simitlerle çevreden izlendiklerini düşünerek yüzmeye çalışıyorlar. Arada sahilde bir ileri bir geri yürüyen delikanlı adayları da gözümden kaçmıyor.

Oturdum ve izledim… Sonra kendime baktım…

Sahilde tam suyun kenarında oturmuş, yüzünde hafif bir gülümseme ile minik dalgalarla oynayıp çakıl taşları atan bir kadın…

Sonra ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Sahip olduklarımı düşündüm (ailem [özellikle de kızım], arkadaşlarım, dostlarım, işim, yapabildiklerim ve yaşayabildiklerim.) Her zaman derim ya, bardağın dolu tarafına bakmak gerekir diye. O anlarımda bardağın dolu dolu gördüm. Ve O an orada olduğum için çok mutlu hissettim kendimi. Çünkü ben o an; iş yerlerinde çalışmaktan bunalmış birçok insanın olmak istediği bir yerdeydim.

Çevremdeki insanların da mutlu göründüklerini fark ettim ve bu bana çok keyif verdi…

Sizlerinde hiç ummadığınız bir anda ne kadar mutlu olduğunuzu fark etmenizi dilerim…

Hayatı fark edelim…

O küçük kızların annelerine seslenişlerindeki coşkuyu, ergen kızların kıkırdamalarındaki işveyi yüreğimde hissettim. Bende küçük bir kızdım ve dalgalarla oynuyordum…!!!

Sevgi Yılmaz