HIV Pozitif Hayatın Günlüğü

Archive for Şubat, 2012

Beni aşağılayarak “sen HIV pozitifmişsin, yani AIDS olmuşsun” dedi. (Bölüm 3)

Bölüm 3 (yıl 2007)

Oturduğumuz kafede Saadet nasıl HIV tanısı aldığını ve travmasını anlattı. Aman aman… Kadıncağıza neler yaşatmışlar. Bunları özellikle yazmamı istedi…

1 yıl önce Saadet’i yaşadığı bir sorundan dolayı özel biHr hastanenin yoğun bakıma almışlar.  Kendisi de bu hastanenin yıllardır sürekli hastasıymış. Hemen hemen tüm personelini tanırmış. Yoğun bakımda Saadet’ten sürekli kan alıp, bir türlü kendisine ne olduğuna dair bilgi verilmiyormuş. İşin en gıcık tarafı da kolunda kan yolunun tıkanmasına ve kolunun şişip canının çok acımasına rağmen hiçbir hemşirenin gelip iğneyi çıkartmak istememesiymiş.

“Hemşirelerin olduğu yeri görüyorum, hepsi birbirine omuz silkiyor ve hiç biri gelip iğneyi çıkartmak istemiyor. Susadım,… yanıyorum…  su istiyorum kimse gidip almıyor, tuvalete gitmem gerekiyor kimse götürmüyor, ne akrabalarımın yanıma girmesine, ne de benim çıkmama izin veriyorlar. ‘Neler oluyor?’ diyorum kimse bir şey söylemiyor. Kimse yanıma dahi sokulmak istemiyor, gelmiyor. Sonra baş ucumda kocaman bir kağıtla astıkları “Adli vaka” yazısını gördüm !!! (Ne kötü bir andır) “Neler oluyor?” dedim kendi kendime. Benim bulaşıcı bir hastalığım olsa beni burada yatırmazlar, herhalde karantinaya alırlar, diye düşünüyorum. Bu arada hasta bakıcı gelip “sen yalnız mı yaşıyorsun?” diye bana sorular soruyor, tersliyorum. Bir yandan da anlam veremiyorum” diyor.

Veeeee esas bomba kısmı; orada çalışan bir personel yanına gelip, beni aşağılayarak ‘sen HIV pozitifmişsin, yani AIDS olmuşsun, bu sadece cinsel yolla geçer” demiş. Saadet neye uğradığını anlayamadan yorganı çekmiş kafasına ve 4-5 saat öylece kalakalmış. “O kadar çok utandım ki anlatamam, susadım su isteyemiyorum, sıkıştım tuvalete gidemiyorum, bana neler olacağını bilmiyorum” diyor… anlatırken de o inci tanesi yaşları dökülüveriyordu…

Ailesi çok destek olmuş. Yengesi… yeğenleri…
Ama Saadet bırakın çevrenin ayrımcılığı ve damgalamasını, o önce kendini çok dışlamış ve kabul edememiş. Yeğeni onu doğru geldiğinde “bana yaklaşma” diye ikaz ediyormuş. Çünkü ona zarar vermekten çok korkuyormuş.

Takibe başladığı doktor da tüm bilgilendirmeleri yanlış ve korkutarak yapmış kendisine. Neden sonra hastanesini ve doktorunu değiştirmiş. Çoookkk çoookkk sonraları HIV ve AIDS’in arasında ki farkı, sosyal hayatta bulaşmayacağını…….. vs öğrenmiş, rahatlaşış.

Artık, çok şükür ki Saadet anlattığı ilk zamanlarında ki gibi değil, yarınlarına çok daha umutla bakıyor / bakabiliyor…

Saadet’cim gülmek çok yakışıyor sana…
Sen ağlama, hep gül… Çünkü gülerken gözlerinin içi de gülüyor…
Bırak hayat da seninle birlikte gülsün… Ağlayarak kaybedeceğimiz zamanımıza yazık!

Bizim yarınlarımız gülmek için olsun… Satır aralarında o kadar çok kelimelerimiz bitiyor ki bazen, kimseler farkında bile değilken… Şu an ‘yaşam’ diye güzel yazan bir kalemimiz varken elimizde, ne diye rengarenk, gülen öykülerimizi yazmayalım ki…

Yaşam akıyor… Biz bu HIV denizinde yüzüyorsak eğer, dibe batmak için değil, sahile doğru ve güneşi görebilmek için kulaç atmalıyız!…

Tüm HIV ile yaşayanlar, gelin hep birlikte sahile ve güneşe doğru yüzelim…

Sevgi Yılmaz

“HIV’i nereden kaptınız?” (Bölüm 2)

Bölüm 2 (yıl 2007)

Saadet ile birlikte, 2 HIV pozitif kadın, girdik kol kola viral yük için İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi (Çapa)’ya X Bey’in yanına gittik. Çapa’da ilk kez viral yük verdiğim için  bana anket yapıldı. Sağlık Bakanlığı’nın genelgesiymiş… baa ba ba baaaa… X Bey bana anket yapılırken Saadet’e kapının önünde durmasını söyledi. Bende çıkmasına gerek olmadığını, kalabileceğini söyledim.  Gizliliğe böylesi hassas davranası hoşuma gitti. Bir aferin aldı benden… Neyse… X Bey soruyor ben cevaplıyorum…. Önce genel demografik bilgiler sordu. Derken “bunu, yani HIV’i nereden kaptınız?” diye sordu. Sorduğu anda benim şalter attı. Bakanlık her şeyi 4 – 4’lük yapıyor ya. Eeee her şeyi de bilmek istiyor tabii. Ne hakkı varsa!

Ben de “bunun ne önemi var… !!! virüsün nasıl alındığı değil sonuçta almış olmamız önemli değil mi? böyle bir soru sormanız hiç hoş değil… !!!” dedim. Adamcağız bir tuhaf oldu, toparlayamadı. Sağlık Bakanlığı’nın genelgesi…… falan filan eveledi geveledi… İyi niyetli bir tip olduğu için dalaşmadım ve çıkarken de güler yüzle “tanıştığımıza çok sevindim” dedim.

HIV veya hastalık ‘kapmak’ ifadesi önyargıları tetikliyor. Biz HIV ile yaşayanlar, HIV’in bulaş yolunu; “HIV ile enfekte olmak” veya “HIV’i edinmek” şeklinde tanımlamayı uygun buluyoruz.

Saadet’in ağlamaları pek meşhurmuş ki, onu gören “bu sefer sizi çok iyi gördük” diyor..

Kanlarımızı verdikten sonra çıktık ve birlikte Temel Bilim’lerin önünde ki öğrenci kantininden yiyecek – içecek bir şeyler alıp oturduk. Epeyce konuştuk, içimizi döktük. Sonra tekrar bir şeyler içmek istedik, ama baktık ki kantin kapanmış. Bizde ana caddeye çıktık. Saat baktık bir ara 18:00. Sonra ne zaman 20:00 ve 21:00 oldu anlayamadık.

Saadet ile sohbetimizin ilerleyen saatlerinde artık ağlamadığını fark ettim. Artık ağlamıyor, daha çok gülüşüyorduk. Canım ya, en ufak bir şeyde o gözyaşları hemencik pıtır pıtır dökülüveriyordu… Sanırım benim öyle gözyaşı dökmem için karşımda 5 kg soğan doğramanız gerekir. Hele ben bir de HIV için hiç ağlayacağım…

Oturduğumuz saatler boyunca Saadet bana nasıl HIV tanısını aldığını anlattı. Onu, hayretler içerisinde dinledim… Bir sonraki bölümde…

Sevgi Yılmaz

İki HIV pozitif kadının hastane maceraları…(Bölüm 1)

Bölüm 1 (Yıl 2007)

Birkaç gece evvel mail grubundan tanıdığım HIV ile yaşayan arkadaşım Saadet, bana mesaj yazdı; “Merhaba Sevgi’cim iyi misin? Yarın tahlillerim var. Dua et canım bana sinirlerim bozuk biraz. Öpüyorum, sevgi ile kal”

Kendisinin hastane fobisi olduğunu biliyordum. Benim de ilaçlarımı yazdırmam ve kontrol için testlerimi (viral yük ile CD4) yaptırmam gerekiyordu. Saadet ile hem yüz yüze tanışmak, hem de birlikte gitmek için harika bir fırsattı.

Arzu ederse birlikte gidebileceğimizi söyledim. Saadet’e sabahtan Osmaniye polikliniğine gideceğimi, öğlen de Samatya Hastanesinde olacağımı ve kendisini beklediğimi söyledim. (sonradan anlatıyor ki geleceğimi duyunca çok sevinmiş ve bir an vapurdan atlayıp yüzesi gelmiş)

Samatya serviste buluştuk … Kucaklaştık… Amanın aman diyorum… Ne tatlı bir hanım. Sohbet etmekten ne kadar keyif aldığımıza saatler şahit. Öğlen 13:30 civarında buluştuk ve yüze yüze akşamı ettik. Yani akşam 21:00’lara kadar su gibi aktı zaman… Yengesi aramasa biz daha da konuşacaktık. Doyamadık birbirimize…

Doktor odasına Saadet ile birlikte girdik.  Ben doktor Hanım’a “sevk kağıdımı (o zaman sevk alınıyordu) sabah Osmaniye’de yazdırdım ancak bulamıyorum, buradan da yeni  barkod aldım, yazmanız mümkün mü acaba?” diye sordum. Bana soğuk bir ifadeyle “size burada randevu vermedik, sevkleri Osmaniye yazıyor. Oraya gitmeniz gerek, bu şekilde burada herkese bakarsak yetişemeyiz” dedi ve yazmadı. Neyse ben hiç üstelemedim odadan çıktım. Tekrar hiç işim gücüm yokmuş biri tekrar gitmem gerekecekti. Sinir oldum..

Saadet kendi işlemlerini yaptırdı. Hemogram için kan da aldırdı ve tüpü elden vermek üzere poliklinikten çıkıp  servise gitt

ik.  Bir baktık Dr. Aylin Hanım orada. (Benim HIV tanımı açıklayan süper hekim) İkimizi yan yana görünce de çok şaşırdı ve memnun oldu. Saadet tüpü verdi, ben de bu arada Aylin Hanım’a “Sabah Osmaniye’den sevk almıştım ama kağıdımı kaybettim. Diğer Doktor Hanım da çok yoğun, sizin sevk yazmanız mümkün mü acaba?” diye sordum, o da “tabii…” dedi ve hemen viral yük ve CD4 için sevk yazdı. Hemogram için de bilgisayardan istek yaptı. “Hemen git kan verip aşağıya teslim et. Ama bu barkodun poliklinik defterine yapışması gerekiyor” dedi. Bende hemen servisten çıkıp kan için kaydımı yaptırıp, kanımı da aldırdım. Sonra kapısının önü boş olan Doktor Hanım’a gittim. Tam kapıyı çalacaktım ki kapıyı açtı ve elimde sevk kâğıdını görünce:

Doktor Hanım : Kime yazdırdın bunu?

Ben : Aylin Hanım yazdı.

Doktor Hanım : Demek burada halledemeyince oraya gittiniz, hem de Aylin Hanım’a yazdırdınız, bu yaptığınız çok ayıp !

Ben : Olay sandığınız gibi gelişmedi….. derken BAAAAAMMMMMM diye odanın

kapısını suratıma kapattı 🙂 Görgüsüz kadın. Bir de “Doktor Hanım!” diyorum. Hanımlığı nerede ki?

Dr. Aylin’i tesadüfen gördük ve acaba olabilir mi diye sordum. O da bana yardımcı oldu. Hepsi bu. Böyle abartıp, yüzüme kapı çarpmanın ne manası var anlamadım.

Neyse “yarın tekrar gider ve Osmaniye’den yeni sevk alırım” dedim ve servise Saadet’in yanına gittim. Ama bu arada Aylin Hanım’ı gördüm ve “sanırım bu gün Doktor Hanım’la doğru iletişim kurmak için pek uygun bir gün değil. Yazamam, yaptığın çok ayıp deyip yüzüme bir de kapı çarptı” dedim. Aylin’in yüzü öyle bir bozardı ki “Yaaa! Hay Allah… tamam sen sadece bu sevkle git tahlillerini ver, aşağıya da kan tüpünü teslim et. Ben onlara haber verdim” dedi.

Hemogramı teslim ettikten sonra Saadet ile birlikte atladık taksiye doğru Çapa’ya… O dönemler Viral Yük (HIV’in kandaki yoğunluğunu ölçen test) ve CD4 (Bağışıklık Sistemi değerine) baktırmak için İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi (Çapa)’ya gidiyorduk.

Siyam ikizi gibi Saadetle kan vermeye de birlikte girdik. Amanın bu sefer tüp tüp kan aldılar bizden. Saadet’e HIV’in daha ‘H’sinden bahsederken o güzel gözlerinden yaşlar süzülüyor. Canım benim yaaaa ne çok gözyaşı var yüreğinde. Kıyamam…

Sevgi Yılmaz

Bugün Hayat Şiirdi

Balık, bir yüzeyden, bir derinden yüzermiş.
Yüzeyde martılara kapılma ihtimali de olsu, güneş güzelmiş.
Derinler soğuk ve bir o kadar da karanlıksa da,
Bezen donsa da, korksa da,
Dalaaaar gidermiş…

Hayat bazen şiiir, bazen düzyazı…
Hani kış uyukusuna yatanlar gibi,
Hani kendi kovuğunda beklerler ya yazı…

İşte öyle bir bekleyiş durur avlusunda günlerin,
Bir postacı gelir ve belki vurulur kapı…
Haber gelir diye…

Çenesine elini dayamış, beklerken geçen,
Bugün hayat şiirdi…

Müebbet

Bunun adı müebbet
Çığlık yıkmaz duvarlarını
İki hap odanın…
Damarlarımda acımasız,
Gardiyanları…
Üstüne her gece su içip,
Tadsız, tuzsuz hayatın…
Eritir derin düşüncelerde,
Tüm hayallerimi geçmişten gelen…
Tam özgür olma arefelerindeyken,
İşkencelerindeyim şimdi…
Usuuuulca uyumakta içimde
Kararsız bir çığ,
Zorunlu sessizliklerdeyim…
Parmaklıkları içimde,
En küçük hücremin…
Her gün aynı…
Bir ışık, bir haber,
Genel bir af olmuş tüm beklentim…

Fatih Egelioğlu

Kırılganlık, sessizlik… Aile ve arkadaşlar…

Son altı ayda, o tünelin sonunu gördüm…
Hayatın kıyısında dolandığımda, yaklaşan o sonun soğuk nefesini hissettim…  
Bu his geçmiş değil tamamiyle henüz…

Tüm birikimimi kaybedip, düşünmeden ülkeme geri geldim…
Ailemin yanındayım…
Ailemin o sonsuz kayırıcılığına emanettim…

Kimse ile görüşmüyorum aslında…
İyi gün dostları konusunda aynı şeyleri hissetsem de, aramadıkları için de şikayetçi olmadım…
Hatta aramamaları daha iyi oldu bile…
Hiç konuşmak istemedim…

Düşüncelerim ve korkularım nedeniyle, yaşamı ertelemiş bulunmaktayım…
Hatta kimse ile görüşmek içimden gelmiyor bile…
Ailem dışında, bir kaç arkadaşım aradılar, arıyorlar.
Onlara hakettikleri gülüşü veremedim.
Gerçi onlar da sorunumu bilmiyorlardı…
Bilselerdi, ne olurdu düşünmek istemiyorum.
Bilen bir arkadaşım ise neredeyse yok oldu.
Oysa durumumu onunla paylaşmadan önce çok yakındık mesela.

Çoğunlukla evdeyim.
Günde bir kaç kelime ediyorum.
Hatta hiç konuşmak istemiyorum.
Telefonum çalsa da açmıyorum çoğunlukla…

Hayat böyle bir şey…

Annem herkes gittiğinde, şöyle derdi bayramlarda… “Dere akar kum kalır!”…
Şimdi bizbizeyiz, kardeşlerimle…
Bu sorunla uzun yıllar da yaşama ihtimali var…
Ama uzun süreli planlarım yok artık.
Bir tek, tıbben bir mucize belki bu sessizliği bozabilir.
Fakat hayatın her şeye gebe olduğunu düşünmekteyim artık.
Kendimi zamanın akışına bıraktım…

Güzel ve mutlu cümleler kuracak duyguda değilim bu aralar.

Fatih Egelioğlu

Benden AIDS sözcüğünü duyduğu an yüzü simsiyaha kesildi…

Bölüm 3

HIV Pozitif olduğumu açıklamak

Annem için gerekli kanı bulduk, ameliyat başarıyla gerçekleştirildi. 5 kişilik odada 3 gün anacığımın yanında refakatçi kaldım. Malumunuz makamım sandalye tepesi oldu Bu süreçte de hastanelerde durumlar değişmiş. Ama hala Sağlık Bakanlığı’nı tebrik etmiyorum. Daha çoook yapacak işi var. Birçok hastanede yapılmaya başlandığı gibi bizim kaldığımız (ve benim tanı almış olduğum) hastanede de epeyce iş yapılmış, yenilenmiş, güzelleşmiş. En çok hoşuma giden doktorundan, hemşiresine – personeline kadar herkesin eldiven kullanması oldu! Ayrıca o nursuz – bet tavırları da yoktu hiç birinde. Olması gerektiği gibiydi herkes. Hastaneden de sonunda taburcu olduk.

Aklımda hep kızım vardı!

Hastaneden döndüm ki benim kızın başında yine kavak yelleri. 5 değil 15 karış surat, yerlere kadar sallanıyor. Tüm gün oralı olmadım.

Akşam odada:

Ben     :Özledin mi anneyi? Ben çok özledim kuzumu.

Kızım :Yyooğğğ özlemedim… (Cevaba bak! Tut ayaklarından sallandır camdan aşağıya)

Ben     :Ne oluyor yine? Ne bu surat?

Kızım :Hiç. Rahat bırak beni, canım sıkkın.

Ben     :Nedir canını sıkan şey, paylaşmak ister misin?

Kızım : Hayır.

Ben     : Yoksa ben mi canını sıkıyorum?

Kızım :Yok. Başkasına sıkkınım

Ben     :Eee sen başkanına sıkılıyorsun biz çekiyoruz suratını, ne olacak böyle?

Kızım :Bilmiyorum, rahat bırak beni.

Ben     : Seni önemsiyorum, bu nedenle de bırakamam. Geçen gün konuştuğumuz konu

yarım kalmıştı. Merak etmiyor musun?

Kızım : Ediyorum, anlat.

Ben     : Sen bilgisayarda yazışırken ve yüzüme bakmıyorken konuşmak hoşuma gitmiyor.

Kızım: Yüzüne bakmak istemiyorum (Hey süphanallaaah..)

Ben     : Ben de bu şekilde konuşmak istemiyorum. Yüz yüze olacağımız zaman anlatırım.

Kızım: Tamam anlat, dinliyorum. Kanında bir virüs varmış, babamdan geçmiş. İlaçlarını

alacakmışsın. Aldığın sürece hiçbir şey olmazmış. Eeee başka…

Ben     : Cinsel yolla bulaşan hangi hastalıkları biliyorsun?

Kızım :(Kısa bir duraksamadan sonra) AIDS var.

Ben     : Başka. ( itiraf ediyorum hemen “evet” diyemediğim için lafı dolandırdım)

Kızım : Başka bilmiyorum

Ben     : Bilmemen de ayrı bir konu. Bunlardan da haberdar olman gerek.

Kızım :Hadi söyle… Ne hastalığı bu?

Ben      :……… (ses yok)

Kızım : Hadi söyle şunun adını…

Ben   : ……… (ses yok, bir türlü çıkmıyor kelimeler!) Tamam ama baştan söyleyeyim bu konuyu başka hiç kimseyle paylaşmamanı istiyorum. Bu çok hassas bir konu. Özellikle de babanla. Onunla yüz göz olmak istemiyorum.

Kızım : Tamam, söylemem. Ne hastalığı bu?

Ben     : HIV

Kızım : O ne? Ne yapıyor?

Ben      : Eğer tedavi edilmezse AIDS’e yol açabilen virüsün adı.

Kızım ???? Sessizlik….. Sen olmayacaksın ama değil mi? (Sesinde “hayır” demem için gizli bir yalvarma tonu vardı sanki)

Ben   Hayır olmayacağım. Hastanede zaten o evredeydim. Hatırlıyorsun halimi. Ama başarılı ilaçlar sayesinde kısa sürede toparladım, iyileştim. Sorun yok artık.

Kızım : Tamam işte ilaçlarını alacaksın hep. Alman için de her şeyimi veririm. (Her şeyimi veririm deyişi öyle içtendi ki, ılık bir şeyler aktı içime)

Kızım : Anneannemle dedem biliyor mu?

Ben      : Evet, onlarda hastanede öğrendiler.

Kızım: Dedem kızmadı mı? (İşte sinsice yerleşmiş bir önyargı: AIDS o kadar kötü ki, kızılacak bir şey. Ne ara yerleşiyor bunlar beynimize?)

Ben    : Hayır kızmadı. Ben kötü bir şey yapmadım ki kızsın. Babandan geçti bana da. (Benim de savunmama bakın. Başkası ile olursa kötü, eşinden olursan sorun yok. Daha iyi bir cevap verebilirdim.)

Kızım : Babama nereden bulaşmış?

Ben     : Bilmiyorum.

Kızım : Sormadın mı?

Ben     : Sormadım. Bak AIDS ile ilgili çevrenden, haberlerden saçma sapan haberler duyabilirsin. Hemen tepki verme, hemen inanma da. Çünkü çoğu yalan yanlış haber yapıyor. Doktorların bile çoğu doğru dürüst bilmiyor bu konuyu. Bakmayanı, tedavi etmeyeni çıkabiliyor. Neden bu kadar doktorlarla çalışıyorum, görüşüyorum sanıyorsun. Onun için bu alanda çalışıyorum…

Daha fazla bir şey anlatmaya gerek görmedim. İlk etapta o kadar çok bilgi aktarımı yapıp kafasını karıştırıp, mesaj karmaşasına yol açmak istemedim. Benim ona ilk anlatmak istediğim şey: “endişelenme, bana bir şey olamayacak” mesajıydı…

Ben     : Bana sormak istediğin bir şey var mı?

Kızım : Yok

Ben      : Tamam, aklına takılan bir şey olursa her zaman gelip sorabilirsin.

Şimdi onun gelip bana soru sormasını bekleyeceğim. Merakla sorduğu sürece daha net öğrenecek. Öğrendikçe de güçlenecek. Sonrada genç savunucumuz olacak…

Benden AIDS sözcüğünü duyduğu an yüzü simsiyaha kesildi birden. Benim için zamanın durduğu bir andı sanki. Ömrümün sonuna kadar o yüz ifadesini hiç unutmayacağım. Ama an duygusallık anı değildi. Dimdik durup “iyi olduğumu” anlatma zamanıydı. Kızımın ileriye bakabilmesi için geride aklı kalmamalıydı. O hayat yolunu çizerken “annem ne olacak?” sorusuna takılmamalıydı.

Sabah yanından geçerken gelip kendi öptü beni. Bende kucağıma alıp onu ne kadar sevdiğimi, benim için ne kadar değerli ve vazgeçilmez olduğunu, kokusunun başka kimselerde olmadığını öpe öpe söyledim. Bakalım bundan sonraki sürecimiz nasıl geçecek? Dilerim çok zorlu olmaz. Çünkü sabırlı olması ultra zor oluyor…

Aayy çok kuruntuluyum bu konuda biliyorum. Ama analık ve koruma içgüdüsü işte. Ne yapayım!

Aklımda hep uzmanın dediği, bana ışık tutan sözü var: Bu dönem biraz fırtınalı geçer. Önemli olan gemiyi batırmadan limana yerleştirmek?

Ergen çocuğunuz varsa mutlaka danışmanlık alın derim. HIV pozitif olun ya da olmayın. Ergenlik dönemini rahat atlatabilmek için biraz dümen tutmayı öğrenmemiz gerekiyor.

Aslında ben kızımla paylaşma konusunda henüz erken olduğunu düşünüyordum. Uzmanla görüşme sonucu karar verdim ve söyledim. Bir gün nasılsa söyleyecektim. Kafası daha çok yersiz önyargılarla dolmadan doğrusunu öğrenmesi çok daha iyi oldu.

Onunla paylaştıktan sonra 1 yıl boyunca bana hiçbir şey sormadı. Sonra sonra aklına takılanları “eee ama bunun için …….. böyle böyle diyorsun, o zaman ………şu şu nasıl öyle oluyor” diye sormaya başladı.

Aradan yılar geçti ve tamda düşündüğüm gibi kızım bilinçli bir genç ve bu konuda savunucu oldu. Şu İncir Reçeli filmi üzerine çevresinde konuşmalar olduğunda devreye giriyor ve bu zıkkım film nedeniyle toplumun kafasına kazınan yalan yanlış bilgileri düzeltiyor. Gelip bana anlattığında bir de onlardan yana dert yanıyor; “Ne cahil millet ya! HIV…….. böyle böyle bulaşmaz. Nasıl bilmiyorlar anlamıyorum. Ben senin her şeyini rahatlıkla kullanırım. Bir şey olmaz ki, biliyorum” diyor…

Sevgi Yılmaz

Kızım ben HIV pozitifim…

Bölüm 2

Kızıma söylemek için bir yol arıyorum!

Ablamlar yıllık izin için bizde olduğundan ev kalabalıktı. Kızıma HIV pozitif olduğumu söylemek, onun sindirmesini beklemek için pek uygun ortam yoktu. Eee durup dururken de “kızım ben HIV pozitifim” demek tuhaf kaçacaktı, bekledim. Aradan 3 gün geçti ki söylemek için fırsat doğdu.

Bu arada bunlar yaşanırken bir de annemin ameliyat telaşı girdi araya. Hastaneye yatmadan önce 2 ünite kan vermemiz gerektiği söylendi. ‘Kim kan verir?’ telaşı arasında ablam hemen gönüllü oldu ama bir kişi daha gerekiyordu. Sabah hastaneye giderken çıkar ayak sağı solu arıyor kimlerin verebileceğini araştırıyor bir yandan da giyiniyordum.

Kızımla odamızda yalnızken:

Ben :Keşke ben de kan verebilseydim, ama veremiyorum (diye kızıma yem attım)

Bilgisayar başında oturan ve yüzüme bile bakmayan kızım;

Kızım :Neden veremiyorsun?

Ben :Hastalığım var ya benim.

Kızım :(İlgisiz ve soğuk bir ses tonuyla) Ne hastalığı? Geçmedi mi o?

Ben :Geçmedi! (bunu söylerken çok duraladım, çünkü artık dönülmez bir viraja girdiğimi biliyordum. Başlamıştı bir kere, artık geri dönülemezdi…)

Ben :Şimdilik ömür boyu geçmeyecek deniyor.

Yüzünü bana dönen ve ilgilenmeye başladı,

Kızım :Hastanede yattın iyileştin ya. Ne hastalığı bu? Hiç mi geçmeyecekmiş? Ne yapıyor sana?

Ben :Kanımda bir virüs var !

Cevaplamak da en çok zorlanacağımı düşündüğüm diğer soru hiç zaman kaybetmeden ardı sora geldi!

Kızım :Kimden bulaştı sana?

Ben :………….(Önce cevap ver(e)medim, sonra) Yanına yaklaşarak sarılım ve öperek; Bak bunu anlatmak benim için kolay değil (bunları derken gözlerim dolmaya sesim titremeye başladı) anlatmaya başladığımda daha iyi kavrayabilmek için sorular soracaksın ve bu öyle alel acele konuşulacak bir konu değil. Döndüğümde rahat rahat, uzunca konuşuruz.

Ben bunları söylerken o da bana sıkıca sarılmış boynumu kokluyordu. Deli kız çok özlemiş beni. Ama ergenlik hormonları bunu itiraf etmesi için engel oluyordu.

Sorusunu yineledi.

Kızım:Kimden bulaştı sana? Bi tek onu söyle.

(Sadece boğazım değil tüm içim düğüm düğüm oldu)

Ben :Babandan…

Kızım :Ee ne şimdi bu? Ne bu hastalığın adı?

Annene birşey olmayacak

Ben :Konuşacağız tatlım. Tek şunu söyleyeyim, endişelenmeni gerektiren hiçbir şey yok. Gördüğün gibi ben çok iyiyim, sağlıklıyım. Bana zarar vermemesi için düzenli kullandığım ilaçlarım var. Onları aldığım sürece de hiç sorun olmayacak.

İnsanın bunu “ebebeyini kaybetme duygusu yaşayan” çocuğuna söylemesi gerçekten zor. Bir arkadaşa, dosta, ana-babaya, sevgiliye söylemek gibi bir şey değil.

Gerçi kişiye ve ilişkiye göre her biri birbirinden zor olabiliyor. Bazen de çok kolay. Ben arkadaşlarıma ve sevgilime söylerken hiç mi hiç zorlanmamıştım.

Hatta kendime bile söylerken zorlanmamıştım….

Bu başka…

Çok başka…

Sevgi Yılmaz

Ergen annesi olmak ve ona HIV pozitif olduğunu söylemek…

Bölüm 1

(Bu yazımda yaklaşık 4 yıl önce (Yıl 2008) yaşananları aktarıyorum.)

 Son birkaç ay içerisinde o bana düşkün, aşık, beni öpmelere doyamayan kızım gitti yerine bambaşka, tanımadığım, yabancı biri geldi sanki. Bakışları, tavırları, kaba konuşmalarıyla o kadar uzak ki… Sabrımı iyiden iyiye zorlayan, odasına kapanan, sürekli msn başında oturan, benimle hiç konuşmayan, mecbur kaldığında sadece evet veya hayır diyen, daha üstüne gittin mi “karışma bana, kapa çeneni” diye azarlayan biri… İçimden çok rahatlıkla ” evet o şimdi ergenlik çağını yaşıyor, böyle davranması çok doğal, benim yapabileceğim sabretmek ve bu zorlu dönemden geçişinde yardımcı olmak” diyorum. Demesi kolay da yapması (çok) zor!

Bu ergenlik, bu asilik ve bu bunalım halleri başka sorunları ve sorumlulukları da beraberinde getiriyor, biliyorum. Ergenler bu evredeyken iletişime çoook kapalı oluyorlar. Kızıma hiç bir yerden ulaşamıyordum. Yâda ben nasıl yapacağımı bilmiyorum. Karşı karşıya kalabileceği tehditlerin de son derece farkındayım. Çağımızda gençlerde madde kullanımının artması, cinselliği yaşamanın erken yaşa düşmesi, kendini koruma yöntemlerinin çok yaygın bilinmemesi bir sürü faktör var. Bunlardan kendini nasıl koruması gerektiğini öğrenmesi, bilmesi ve zamanı geldiğinde uygulamasını gerekiyor.

Baktım bunun altından tek başıma kalkamayacağım “en iyisi bir uzmandan yardım almak” dedim. Yana yakıla bir ergen psikiyatrist aradım taradım ve buldum. Tabii benim kız beynimi yiyor. Gitmemek için direniyor. Ona karşı sorumlu olduğumu, hoşuna gitse de gitmese de aramızdaki bu sorunları çözmemiz gerektiğini söyledim. Ben gayet kararlıydım ve gittik.

İlk görüşme sanki savaş alanı, sözler kurşun gibi. İkinci görüşmeye kadar her şey daha da bilendi. Sonunda 2. randevumuza da gittik. Uzman önce beni ayrı aldı ve birebirken “sizin için endişelenmesi gereken bir şey var mı? Onunla paylaşmadığınız, paylaşaMAdığınız bir durum var mı?” diye sorduğunda HIV pozitif olduğumu, sürecimi, virüsü aldığım kişinin babası olduğunu, olayın boyutlarının nereye varacağını kestiremediğim için söylemediğimi… vs anlattım. Bana; bunu onunla artık paylaşabileceğimi, hem kendisi içinde bir örnek teşkil edeceğini, zorlanıyorsam birlikte açıklayabileceğimizi söyledi. Ben böylesine özel ve hassas bir konuyu birebir söylemeyi uygun buldum. Bunu söylerken 3. bir şahsın yanımızda olması anlamsız geldi.

Tanı alalı 4 yıl olmuştu. Ben hastanede yatarken kızım çok fazla beni kaybetme korkusu yaşamıştı. Hep derim ya ‘HIV sadece enfekte kişiyi değil, onunla birlikte yaşayan herkesi etkileyebiliyor’ diye. Aradan yıllar geçmesine rağmen, ne zaman yan yana yatsak “Anne ya gözlerini aç, ya da benimle konuş. Öyle hareketsiz yatma” derdi. Kim bilir aklından neler geçiyor, hissediyordu.

Kızım henüz yaşı küçük, anlayamaz, kavrayamaz diyerek, ona pozitif olduğumu söylemek için uygun zamanı ve hazır olmayı bekliyordum. Uzmanla görüştükten sonra artık zamanın geldiğine karar verdim. Hazırdım…

Sonraki bölümde okuyacağınız “Kızım ben HIV pozitifim” demenin hiç de kolay olmadığını deneyimledim… 

Sevgi Yılmaz

Herkesin SEVGİ günü kutlu olsun…

İlla bir sevgilimiz olması ve onu sevmemiz gerekmiyor. Bence bu gün sevgililer değil, SEVGİ günü.

Biz başkasını sevmeden önce kendimizi sevmeliyiz. Kendini sevmeyen başkasını nasıl sevebilir ki?

Kendimizden sonra insanları (hatta gıcık olduklarımızı bile), doğayı, kâinatı sevmeliyiz. Sevgi duygusu içimizi sardıkça inanın insan daha ılık oluyor ve kendini daha huzurlu ifade ediyor…

Sevgi Yılmaz

Ne pişirsem diye düşünmeyin: Biryani pilav…

Bir uzak doğu gezim sırasında değişik lezzetler keşfetme imkânı buldum. Bana mutfak vizyonum anlamında çok şey kattı…

Ne zamandır yemeğe doyamadığım vejetaryen biryan (pilavını) yapmak için sabırsızlanıyordum. İnternette tarifini çok aradım ama bulamadım. Eee yoksa ben kendim uydururum dedim ve yaptım.

Süpperr lezzetli oldu…

Evde bulduğum malzemeler:

1 baş soğan (soğan yerine pırasa da kavrulabilir)

1 havuç

4 çorba kaşığı hazır mısır ve/ya bezelye

2–3 kaşık dolusu Lahana tursusu (veya çiğ lahana)

1 su bardağı pirinç (önceden ıslatılmış olacak)

1/2 su bardağı domates rendesi

1/2 bardak kaynar su (pirincin su çekmesine göre ayarlayınız)

2 karanfil

1,5 çay kaşığı tuz ve 1 çay kaşığı tos seker

1 çay kaşığı silme zencefil tozu

Yapılışını söyle özetlim:

1) Yan yan doğradığım soğanları zeytinyağında kavurmaya başladım.

2) Soğanlar pembeleşmeden üzerine kıykım kıykım yaptığım havuçları ekledim ve kavurmaya devam ettim

3) Havuçlar ve soğan iyice kavrulduktan sonra üzerine yıkadığım pirinçleri ekledim ve onlarla kavurmaya devam ettim

4) Pirinçler güzelce kavrulduktan sonra üzerine haşlanmış mısırları (ve/ veya bezelyeleri) doğradığım lahana tursusunu (çiğ lahana yoktu evde bende tursusunu)   ekledim.

5) Söyle bir harmanlayarak karıştırdıktan sonra üzerine domates rendesini, karanfili, tuzunu, şekerini ve suyunu ekleyip kısık ateşte pişmeye bıraktım…

6) Pilav demlendikten sonra afiyet olsun…

Kızım bayıldı. Kapağını açıp baktığında “Anne ne bulduysan atmışsın içine, bu nasıl pilav böyle?” diye önce anlayamadı.   2. tabağını doldururken “güzel olmuşşş beehh” diye tekrar yumuldu…

Bezelye ve mısırın illa olması gerekmiyor bence. Evde vardı diye ekledim. Sadece ana sebze kısmında soğan, havuç bile olsa süper olur… Birde azıcık pul biberde yakışır…

Bunun birde tavuklu versiyonu var. Aslında haşlanmış tavuğun yanına pirincini salip fırında pişmeye bırakmak gerek. Muhteşem olur.

Gittiğim ülkede bir de vejetaryen spagettiyi çok beğenmiştim. Soya filizi falan vardı icinde. Bir günde onu uydurayım diyorum. Ama spagettisi icin bildiğimiz çubuk makarna değil de marketlerde bulunan noddll olması gerekiyor.

Sevgi Yılmaz