HIV Pozitif Hayatın Günlüğü

Archive for Haziran, 2011

Spor salonundan manzaralar

Ben spor yaparken çok eğleniyorum. Yeni bir sürü kişi başladı bu aralar. Eski daimi gelenlerin vücutları yerinde, şişme erkek gibi duruyor birçoğu. Hepsi de kendinden pek bir emin yürüyor salonda. Ama ya yeni gelenler. Kassız cılız kollarında azıcık pazı olsun diye nasıl da hevesle yapıyorlar hareketleri. Birkaç kez dambıl kaldırdıktan sonra hemen aynada pazılarına bakıyorlar, çıkmış mı kasları diye. Sanki hooop, hemen kas olacak. Nasıl zorlanıyorlar o ağırlıkları kaldırırken. Yazık onlara …

En çok yeni gelen iki tipi inceledim dün. Birincisi pek kısa boylu, aynı Cem Yılmaz’ın Gora filmindeki tipleme gibi. Saçları en sağdan ayrılmış ve iyice alnının üstüne kadar yapıştırılmış. Favoriler de uzun. Model tabiri caizse tam inek yalamış gibi. İşin en komik kısmı o saçlara birde taç takmış. Ama bizim kadınların taktığı gibi başının üstüne doğru değil. O alnına yapıştırdığı saçlarının tam üstüne kondurmuş kraliyet tacını. Havaii tatilindeymiş gibi bir de çiçekli şortu var. Pek de yakışmış hani… Pıntırık pıntırık yürüyor sağa sola.

İkinci tipin de yüzüne değil hep ayaklarına baktım! Spor yaparken Ninja ayakkabısı giymiş. Altı incecik lastik, siyah bütün bir çorap gibi duruyor ama başparmağının arasında ayırım var. Parmak arası çorap gibi bir şey. Adamın ayakları çok ilginç duruyordu. Keçi ayağı gibi, toynaklı. Adamın yüzüne bakmayın, sanki bir keçi spor yapıyor.

Neyse sonra bir ara kendimi incelemeye başladım (her zaman yaptığım gibi) lat put öne çekiş yapıyorum (yaa böyle ağırlıklar var, onları elle tutma yerinden kavrayıp tüm gücünüzle aşağı çekiyorsunuz işte) benim tırnaklar hafif uzun, kırmızı ojeli. Böyle güç gerektiren aletlerin üzerin de ellerim pek bir narin duruyorlar. 5’er kiloluk dambıllarla çalışırken de komik duruyor. Küçücük kadın elinde koca ağırlıklar. Ne tezatlık…

Salonda da biri beni izleyip böyle yazsa keşke. Kim bilir benim ne hallerim vardır. Gerçi aynalardan sürekli saçım başım yerinde mi, rimelim akmış mı, rujum duruyor mu diye kontrol ediyorum. Eee, spor yapmak bakım işi ne de olsa.

Aaa, spor yaparken de çok konuşturuyorlar beni. İlk günler ne güzel ciddi ciddi kimseyle muhatap olmadan yapıyordum sporumu. Dört aydır daimi gelenlerle ister istemez bir konu oluyor konuşuyoruz. Bir abla var, hayatını, akşama ne pişirdiğine kadar biliyorum artık. Geçenlerde gençlik resimlerini getirmiş bana, yarım saat onlara baktık. Zaman zaman Fransa’ya gidip gelen bir sinema tarihi hocası var, o da bana Paris’i, ya da fıkra anlatıyor. İşte böyle gelip beni konuşturuyorlar sonra da hoca tepeme dikilip “çenen değil, kasların işlesin” diyor.

Dün arkadaşımın bana yedirdiği lokma tatlıları yüzünden ekstra spor yapmak zorunda kaldım. Salona benden sonra gelenler benden önce çıktılar. Aman neyse, o kadar da olur. Lokma tatlısı da pek bir nefisti.

Bir gün gelin siz de izleyin. Pek keyifli oluyor gerçekten…

Sevgi Yılmaz

Spora devam

Spor salonunda bir eğleniyorum ki sormayın!

Salonun her yanı aynalarla kaplı. Spor yapan insanları buralardan kesiyorum gizli gizli. Etrafıyla ilgilenmiyormuş gibi görünen kadınlar arasında, parmak uçlarında telaşlı telaşlı yürüyeni, oflaya puflaya dambıl kaldırmaya çalışanı, sayıları tek tek sayacağı yerde kestirmeden gidip çift çift sayanı var. Dilleri bir karış dışarıda olanları, upppp uzunnn saçlarını o kadar terine rağmen savurta savurta koşu bandında koşanı var… Valla baktıkça bana sıkıntı basıyor.

Hele erkekler tam bir sirk. Üçgen vücutlarıyla Herkül endamıyla yürüyenleri mi istersiniz, başında bandana ile Banderas tiplerinde olanı mı, punk gurubu üyesi gibi deri eldivenlerle çalışanlarını mı istersiniz… Hepsi var…

En komiği de yatıp ağırlık kaldırırkenki halleri. Düz banka yatıp alıyorlar halterleri, hoca da başlarında tutarak yardım ediyor ve bir yandan da bağırıyor: “BAAASSSS BAASSS BAAAAASSS”(yani ağırlığı kaldırması için gaz veriyor güya…)

Tam o anda benim içimden de “bass basss paraları layylaayyaa bi dahaaaa mıı gelcezzz dünyaaa yaa” diye şarkı tutturasım geliyor.

Adamların yüz ifadelerini bir göreceksiniz, sanki bir kilo limonu aynı anda ağızlarına sıkmışsınız gibi oluyorlar, ekşitilmiş yüzleriyle ağırlık kaldırıyorlar. Hele hele iyice abartmış olanlar artık o ağırlıkları kaldırırken iyice kabız olmuş durumdalar. Ikına sıkına spor yapıyorlar… Zorlanmadan dolayı IIHHHH IIIIIIIHHhhhhh!!!! diye garip garip sesler de çıkarıyorlar. Ama o sesler nerelerden çıkıyor, bir onu kestiremiyorum işte.

Ama yirmili yaşlarında bir çocuk var çok kıskanıyorum. Bir çıkıyor koşu bandına, tutabilene aşk olsun! Yüz kilo neft yağı mı sürmüş ne? Fişek gibi… Sırf hasetliğimden bir gün çelme takacağım ona, o koşu bandının bandı ile bir olsun, dönsün dursun.

Geçen hafta yerde yatmış karın hareketlerini yapıyorum (ki bu çok zor bi hareket, insanı oldukça zorluyor; artık var ya, nefesinizi nerenizden aldığınızı şaşırıyorsunuz.) Bir baktım tepemde biri bitti, “- kolay gelsiiiinnn, aa bakın bu hareketin bir de şöylesi var” deyip az ötemde yatıp hareketi göstermeye başladı. “Tamam, teşekkür ederim”dedim, devam ettim.

Daha sonra “bench mac” ve “lat put” (bunlar da kolları çalıştırdığınız ağırlıklı aletler) yaparken, “-kollarınızı dik tutun, nefesinizi söyle böyle ayarlayın”falan, bana direktifler veriyor. Sinir oldum… Sonra baktım herkese salça oluyor.  Gittim salon sahibine kim olduğunu sordum. Meğer yeni işe giren spor hocasıymış. Onun için böyle ahkâm kesme ve çokbilmişlik taslıyormuş. Çocuk işini yapıyor anlayacağınız, ben biraz geç anladım o başka. Ama hareketleri yaparken doğru yönlendirilmek çok önemli. Yoksa kendinizi boşa yormaktan başka bir işe yaramıyor…

Bu yeni hoca da arada bir hava atıyor ki sormayın. Aralarda stepbölümündeki aynaların karşısına geçip kendini ve kaslarını seyrederek Matrix gibi dönme hareketleri yapıyor. Neo mudur nedir?  Diyorum ya tam sirk bizim orası.

Ben mi nasıl görünüyorum salonda? Hiç sormayın…

Eminim tam komedi filmi karesi gibiyim. ‘Makas’ hareketini yaparken de korku filmi aktristi gibiyim. O hareketi yaparken yü –

zümü dehşet ifadesi kaplıyor… Gerçi, özellikle de bu son günlerde, hepten Zeyna gibi hissediyorum kendimi ya neyse.

Bir gün, hangi hareketti hatırlamıyorum, gözlerimi kapatmış, kaşlarımı çatmış, fısıltı halinde setleri sayıyorum. Artık hareketin devamını yapmaktan baygınlık geçirmek üzereyim ama acayip yoğunlaşmışım. Setin bitmesine 10 sayı kala gözlerimi bir araladım, salon sahibi hoca tam karşımda,  hafif başını eğmiş şaşkın şaşkın bana bakıyor:“-Spor mu yapıyorsun, işkence mi çekiyorsun belli değil, senin gibisini de ilk kez görüyorum burada”dedi. O an kendime dışarıdan bir gözle baktım, gerçekten çok çok komik görünüyordum…

Bir gün de tam bisiklete bindim, elimde cep telefonum, Elif’e (canım arkadaşım) mesaj yazacağım, bir baktım ta kendisi tam karşımda, amma sevinmiştim. Yanındaki vatandaş (erkek arkadaşı yani) benim nasıl ciddi ciddi bisikleti çevirdiğimin çok taklidini yapmıştı. “Sanki dünyanın en ciddi işini yapıyor gibiydin”diyor.

Ben de bu sirkin içinde bir tipim işte…

Sizin gittiğiniz salonda da böyle manzaralar var mı? Öyle spor salonlarını bilenleriniz anlattıklarımı hayallerinde daha rahat canlandırabilir…

Sevgi Yılmaz

Spora başlama zamanı…

Oyy anam oyyyyy!!!

Bu hafta spora (fitness) başladım. İlk gün süper iyiydi. Tutmayın beni durumundaydım. Koşu bandında sanki mutluluğa doğru Hülya Koçyiğit gibi koşuyordum. Ertesi gün de hiçbir şeyim yok; gayet iyi, enerjiktim. Çarşamba spor iyi gitti yine. Ama bu sefer biraz daha acımasızlardı. Kadın hoca dikildi başıma, gitmez. Benimle birlikte tüm setleri saydı. Hiç birinde de kaytaramadım. Bir o alete gidiyorum, bir “dumbbell curl”  (ağırlık yani) hareketlerini yapıyorum… Bu arada ben bile daha yaptığım hareketlerin isimlerini öğrenemedim, hoca şimdi bilmem ne yapacağız diyor ben de anlamadan peşinden gidiyorum.

Bu arada salon bir sürü Herkül ile dolu. Tabi kadınlar da var, sadece Herkül dediğim için yanlış anlaşılmasın. Bir insan o kasları nasıl o kadar şişirip büyütebilir ki? Hele bir tanesi halter kaldırıyordu, şok oldum. İnsana bir çaksa o, soluğu sanırım ayda alır. Öyle bir izlenim veriyor. Benim de amacım salonun Zeyna’sı olmak.

Her yerim çok fena ağrıyor. Makas diye bir hareket var, aman aman! Mahvetti beni. İnanın 2 gündür yürürken bacaklarım boşa gidiyor. Hele bir de otobüse binip inerken görün beni. Seksenlik nineler gibiyim, tutuna tutuna çıkıyorum.

Akşama gene spor var. Azmettim ve bırakmayacağım. Zaten birkaç kereden sonra vücut alışıyor, biliyorum. Daha önce üç yıl yapmıştım çünkü… Hafta sonu bakalım nasıl olacağım.

Yampiri yampiri yürürüm artık…

Sevgi Yılmaz

Torpil

HIV durumumdan ötürü hep hayatımda bir şeylerin eksik olacağını hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağımı düşünürdüm. Haklıydım da düşünmekte… Çünkü yaşam adına yapmak istediğim çok şey vardı ve bunları yapmak için çaba sarf ediyordum çabalıyordum, sırf HIV pozitif olduğum için bu arzularımın gerçekleşemeyecek olma ihtimali bile moral bozmaya yetiyordu.Ama zaman geçtikçe HIV statümle barışık hale geldim sanırım ve kabullendim. Zaten kabullendikten sonra olayın %90 ı hallolmuş oluyor.

Ne okulumu bitirmeme ne istediğim işe girmeme nede istediğimiz kişiye ilan-ı aşk etmemi engelledi HIV pozitifliğim. Sen durumunu kabul edince başka insanlarda kabul ettirmen kolaylaşıyor zaten. Gerçekten de eskide kalmış o ölümcül durumlar, hastalık halleri vs… Şimdi tanıştığım HIV pozitif kişilerin hayatlarını kendi hayatımı düşünüyorum da harbiden korkmak anlamsız geliyor.

Eskiden en ufak bir ağrımda hafif ateşim çıksa soluğu acil serviste alıyordum ve bazen de doktorlara HIV pozitifim o yüzden olabilir mi diye sormuşluğum vardır. En son 3 ay evvel yine ateş ve boğaz ağrısı sebebiyle hastaneye gittim ve acil servisteki doktora kan ve idrar tahlili ile  akciğer filmi çektirmek istediğimi söyledim.

Neden der gibi baktıktan sonrada, önce 2 yıl önce zatürree geçirdiğimi sonrada immün yetmezliği hastalığım olduğunu söyledim. Doktor da bana “endişelenme HIV pozitif olmakla zırt pırt ateş çıkmaz, bademcik şişmez” dedi ve başıma gelen her şeyi HIV pozitifliğe bağlamamam hususunda da kısa konuşma yaptı. “İçin rahatlasın madem” dedi ve bütün testleri yaptırmam için işaretledi ve çıkar çıkmaz sıra bekleme yanıma gel dedi ve “sorarlarsa da yeğeniyim” dersin dedi…

Allaaahh dedim 🙂 Hemen bütün testleri yaptırdım akciğer filmini aldım ve doktor hanımın yeğeniyim deyip girdim içeri.Baktı ve ben sana demiştim yok bir şeyin işte dedi.Sonrada bana pozitif yaşamdan bahsetti bende zaten orayı çok iyi bildiğimi söyledim.

Doktorumdan tedavi sürecimden ve hastalık hakkında güzel bir sohbet ettik. Giderken de ne zaman istersen ne zaman kendini kötü hissedersen mutlaka gel yanıma dedi. Mailini ve telefonunu verdi.

Şimdi İzmir’deki kendi doktorum dışında yakınımda çok iyi bir doktor tanımış oldum.

HIV pozitifliğini kullanıp sıra beklemeyen torpilli Deniz 🙂

Deniz Türk

HııııV ne anne?

Yeni taburcu olduğum günlerde, evde sürekli internet başındaydım. HIV ile yaşayan kişilerin yazıştıkları gruba üye olmuş, hem onların deneyimlerini okuyor, hem de bolca kendimden bahsediyordum.

Grubun ana giriş sayfasında kocaman “HIV Pozitif Türkiye” yazıyordu. Bu siteye giriş yaparken kızımın pek yanımda olmamasına gayret ediyordum. Yazılanları okur, anlam veremez, kafası karışır diye endişe ediyordum. Zaten hala benim hastanede o kadar uzun süre yatmış olmamdan dolayı korkuları vardı.

Bir gün yine grubun ana sayfasını açmış şifremi yazıyordum ki ensemden meraklı bir ses yükseldi “Annneee HııııV ne demek?”

Bir an neye uğradığım şaşırdım. Hani bu kız ön salonda candan bakıyordu. Ne ara geldi de okudu hemen…

O an nasıl ve nereden aklıma geldiyse bir anda Halkla İlişkiler Vakfı’nın kısaltması kızım. İş yaşamı ile ilgili makaleler okuyorum buradan” deyiverdim 🙂

O gün yaratıcılığıma ben bile şaşırdım.

Bu olaydan tam 4,5 yıl sonra kızıma HIV pozitif olduğumu söyleyebildim. Büyümesini ve doğru zamanı bekledim. Ona bunu söylemek hiç kolay olmadı. Yüzündeki ifade dün gibi aklımda…

Tehlike olarak düşündüğümüz şeyler bazen fırsattır. Şimdi kızımda tıpkı annesi gibi bu konuda bir savunucu oldu.

Sevgi Yılmaz

HIV ve AIDS alanında çalışmak beni daha da güçlü kılıyor…

Ayrıldığım firmanın paralı patronu M. Bey aynı zamanda müteahhit ve başka yerlerde de emlak işi yapıyordu. Birden fazla şirketi vardı. Birlikte çalıştığımız dönemde M. Bey ile bilgi işlemci arkadaşım ET ile tanıştırmıştım. İkisi birlikte o dönem şirket için ürün satışıyla ilgili bir yazılım yazmaya ve bir sistem kurmaya başlamışlardı. ET, M. Bey ile çok iyi anlaşırdı.

Neyse gelelim konuya… ET’ye “dostum yaa ben burada çok sıkıldım artık, şu şirketin haline bak yaaa, sen sistem kuruyorsun ama bunu kullanacak insan kalmadı burada. Aşağıdan yukarı senle ikimiz yazışırız artık. Burası iyice amatörce davranıyor ve ben bu amatör yapının içerisinde bulunmak istemiyorum. Başka bir iş teklifi var, sanırım ben onu değerlendireceğim” demiştim. O da bana 3. seçeneği anlattı…

M.Bey ile ET başka bir iş yapmayı düşünmüyorlardı. M.Bey’de beni bırakmayacakmış. “İşi yoluna koyana kadar isterse Sevgi Hanım evinde otursun, ister çalışsın, gene maaşını alır benden” demiş. O an beni gülme aldı. “Tamam o zaman ben M. Bey ile çalışırım, ama FK’dan daha fazla ödemesi gerekir” dedim…

M.Bey güvendiği bir elemanı asla bırakmaz ve kaçırmaz, öyle bir yapısı vardı. Benim de o organizasyon şirketinden ne kadar güvenilir ve ağzımın sıkı olduğunu bilirdi. Güvene ve iş sadakatine çok önem verirler…

Oturduğum yerden piyasa arttırıyordum…

3 ay kadar evde oturup euro olarak maaşım hesabıma yatırdı. Ancak bu sürede daha başka bir gelişme oldu ve merkezi Ankara’da bulunan Birleşmiş Milletlerden HIV/AIDS Ortak Programı (UNAIDS)’ten yeni kurulan Pozitif Yaşam Derneği’nin tanıtımı, iletişimi için teklif aldım. Burada başladıktan sonra birçok eğitimden geçerek Derneğin kuruluş aşamasından bu güne kadar pek çok bölümünde görev aldım.

HIV ve AIDS alanında çalışmak beni daha da güçlü kılıyor…

UNAIDS ile çalışmaya başladıktan 3 ay sonra M. Bey bana haber göndererek çağırmıştı. Yaptığım işi anlatarak “Ben bu sosyal alanda kendimi geliştirmek istiyorum. Tam da insan hayatına dokunan bir iş. Müsaadeniz olursa ben bu işte kalmak istiyorum demiş ve aldığım maaşları bir zarfa koyarak iade etmiştim.

Sevgi Yılmaz

Pozitif "Aşk"

Yatmadan önce yatağımda müzik dinlemeyi liseden beri sevmişimdir. Gecenin hüznünü dağıtmak için hareketli şarkılar ya da özlediğim kişileri hatırlamak için birazda olsa efkarlı moda girmek için duygusal şarkılar dinlerim. İster istemez dinlediğim şarkı ruh halimi değiştiriverir. Kokularda böyledir bende…

Sevdiğim birinin parfümünü ya da evinin kokusunu kokladığım zaman o kişi tüm ayrıntılarıyla aklıma gelir…

Şimdi yaz geldi havada dondurma ve deniz kokusu var. Hüzünlü olmanın sırası değil deyip erteliyorum hep duygusal şarkılar dinlemeyi…

Bazen ofiste çalışırken bakıyorum camdan İstanbul’a.

Ne ulvi bir şehirdir bu İstanbul?

New York’ta bile özlenen şehir…

İzmir’e ya da Adana’ya gittiğimde bile 2–3 gün sonra gözüm bu şehrin izlerini arıyor.

İlk yurtdışı deneyimim Amerika’ya olmuştu. Daha Gitmeden ordayken Türkiye’yi, İstanbul’u özleyeceğimi düşünüp efkârlanırdım…

Nitekim öylede oldu. Belki ilk yurtdışı deneyimim olduğundan belki çok uzak bir ülke olduğundan belki de duygusal olmayı sevdiğimden olur olmadık şeylere içlenir ağlardım. Lahmacuna bile…

Daha sonra Portekiz ve ikinci kez Amerika ve diğer Avrupa ülkeleri derken idmanlı oldum gurbete ve hasrete ama lahmacuna hala dayanamıyorum. Tanıyı aldıktan sonra zor günleri atlattım ve sağlığıma kavuşmaya başladığım dönemlerde artık abur cubur yok tamimiyle sağlıklı besleneceğim kilomu koruyacağım demiştim. Kendimi öyle bir şartlamıştım ki bazı konularda yapmayınca moralim bozuluyordu. Mesela günde 10 bardak yerine 8 bardak içmişsem kalan 2 bardağı içmemiş olmanın pişmanlığını yaşıyordum.

Spor yapmak için çırpınıyordum, ketçaptan mayonezden hamburgerden köfteden uzaklaşmıştım tabii ki lahmacundan da… Bir süre böyle devam ettim istemeyerekte olsa bir şekilde yapabiliyordum bu beslenme düzenini. Ama bunları yapıyor olmamın sebebi sağlıklı yaşamak vs değildi tamimiyle ölüm korkusuydu sanırım. HIV pozitifim artık hamburger yok hastalanmak yok terlemek yok koşmak yok moduna girmiştim ki buda beni ziyadesiyle rahatsız ediyordu. Sanki HIV pozitif olunca pamuklarda yaşamak gerekiyormuş gibi her şeyden nem kapıyordum. Sonra doktorumla konuştum ve araştırdım epey zamanla orta yolu bulmuş oldum.

Şimdi sporumu da yapıyorum ama lahmacunumdan ve künefemden de geri kalmıyorum. Çünkü sakınan göze çöp batarmış dedikleri biraz doğru sanırım. Ben yok bu sağlıksız yok bu kalorili, yok şu yağlı yok bu şöyle yok bu böyle derken tamimiyle ruhsuz bir beslenme şekline bürünmek üzereydim.

Çevremdekiler bilirler yemeye içmeye olan su götürmez hassasiyetimi. Ben ki, işyerimdekileri ayartıp Antep’e lahmacun ve kebap yemek için uçak bileti aldırmış adamım…

Gidemedik o başka, çünkü bileti aldıktan 5 dakika sonra “Aaaaa bizim o tarihte açık öğretim sınavımız var” diyen 3-4 çığlık duydum ve hemen arayıp iptal ettirdik biletleri.

Ama acısını geçen hafta Adana’da fazlasıyla çıkardım…

Şimdi vermem gereken 3–5 fazla kilomdan başka bir sağlık sorunumun olmaması da beni ziyadesiyle mutlu ediyor.

Hafta içi diyet yapıp, hafta sonu dur durak bilmeden yiyen HIV pozitif  Deniz…

Deniz Türk

HIV; çalışmaya engel değildir…

Gelelim bu insanlarla olan yaşantımın nasıl kesiştiğine:

Ben 2004 Aralık ayında E. Hanım’ın organizasyon şirketinden ayrıldım ve 1 hafta geçmeden ben hastalanıp hastaneye yattım. Daha ben hastanede yatarken FK beni arayıp “taburcu olduğun gibi benim yanımdasın, bilesin” demişti. Bende “hele bir iyileşeyim, oturur konuşuruz” demiştim. Bir kaç haftada bir beni arayıp nasıl olduğumu ve ne zaman iş başı yapacağımı soruyordu. Bende “önce şu bulantılarımın ve kusmalarım bir geçsin ondan sonra gelirim diyordum…

Benim bulantılarım biraz düzene girmiş gibiydi. Artık işe gelirim demiştim. Ama çalışmam için benim HIV pozitif olmam acaba bir etken olur muydu? Duyarlarsa ne olurdu? (-ki %100 E. Hanımdan duyacaktı) FK tam bir hastalık hastası adamdı. “Gözün kanlanmış” de hemen soluğu hastanede alan biriydi. Artık benim HIV ile enfekte olduğumu duyduğunda direkt gidip boş tabutun içine yatardı sanırım… Bende söylemeden işe başlamayı ve sonradan duyulması durumunda moral bozukluğu yaşayamazdım. Bir gün FK’yı aradım ve “sizinle konuşmam lazım” deyip yanına gittim. Kanunen söylemek zorunda olmadığım halede oturdum karşısına ve hiç teklemeden HIV ile yaşadığımı, aynı ortamda olmakla, aynı iş yerinde çalışmakla, aynı çatal – kaşık – bıçağı kullanmakla bulaşı olmadığını, isterse birlikte Doktora gidip danışabileceğimizi anlattım.

FK “önce bir şaşırmış, ama şoka girmeden bana “sen öyle diyorsan doğrudur, benim için sorun değil, Doktora falan gitmeye hiç gerek yok, yerin burada hazır” demişti. Ben yaz tatilimi yapmak için biraz daha zaman istemiş ve 1 ay sonra başlamak için anlaşmıştık.  Hala bile ziyaretine gittiğimde hep beni sarılarak karşılar.

Tam bu arada da organizasyon firmasında müşteri olan şirket de, yani S. Bey benim oradan ayrıldığımı duymuş (-ki o da E.Hanımla kazıklandığı için tüm iş ilişkisini kesmişti, hatta birbirlerine girmişler, mahkemelik bile olmuşlardı)   bana bir kaç kez ” gelsin bir görüşelim” diye haber yollamıştı. Bense “şu ara çalışmayı düşünmüyorum, hem benim işim hazır, yaz sonrası iş yaşamına dönerim” diye geri haber yollamıştım. En sonunda 4. kez haber yollamış ve “başka hiç bir yerde iş görüşmesi yapmasın, kesin burada çalışacak, sadece bir gelsin ve başlayacağı tarihi belirleyelim” demişti. Bende artık lütfedip görüşmeye gitmiştim. Yaa benimki ukalalık değil, sadece beni onca ay beklemezler diye düşünmüş ve görüşmeye gitmemiştim. Kaldı ki FK beni bekliyordu…

Haziran başı S. Beyi nezaketen ziyarete gitmiş, FK’ de işe başlayacağımı söylemiştim. Onun ödeyeceği bedelin çok daha fazlasını teklif etmiş ve hemen elimi sıkıp ” hadiii hayırlısı olsun, ne olursa olsun siz buradasınız” demiş ve temmuz ortası gibi iş başı yapacağım konusunda anlaşmıştık. Birde buradaki tüm ekip cumartesi çalışıyor, “ben gelemem, bir pazar bana yetmez” dediğimde ise “tamam siz öyle istiyorsanız, öyle olsun” demişti.

Dahası da var: Ben temmuz ortası gibi işe başlarım demiştim ama bu tarih Ağustos 15’i buldu. 10 gün Ege Akdeniz tatili yaptım, sonrasında evi taşıdım, babam ameliyat oldu derken anca fırsat buldum gidip çalışmaya.

Okurken “-yok artık bu kadar da olmaz ” diyorsunuz değil mi? Ama oldu…

Bu arada FK’ya, S. Bey ile çalışacağımı söylediğimde “biliyorum oranın şartları çok daha iyi, hiç düşünme git. Sen her zaman benim dostum, arkadaşım ve kardeşimsin. Her zamanda sana kapım açık olacak” demişti.

Bu olanlardan sonra Ağustosta iş başı yapmış ve kısa sürede işin inceliklerini öğrenmiştim. Mutlu mesut çalışıyordum ki 6 ay sonra şirketinin iki ortağı S. Bey (işi bilen) ve M. Bey (şirketin finansörü, yani parayı bastıran) tartıştı. Firmadan çok insan çıkarılmıştı. Kuş kadar insanla kalmıştık. Ben neredeyse 3 kişinin işini yapıyordum.

Aldığım bir duyuma göre kadro değişimi yapılacaktı. S.Bey benimle konuşacak (yönetim için S.Beyin babası başa gelmişti) akşamları saat 18:00 yerine, müşteri ne zaman çıkarsa bende o zaman çıkacak ve cumartesi de tam gün çalışacaktım… Kabul etmedim…

Bunlar olurken de FK beni arayıp “gel artık buraya, bak tam işlerin patlama zamanı ve ben artık yetişemiyorum, sana çok ihtiyacım var. Gel bir şartlarını konuşalım” dedi. Neyse bende işlerin böyle olduğunu görünce cumartesi çıkıp gittim. Tabii çalıştığım yerdeki sorunlardan hiç bahsetmedim.  FK ile enine boyuna konuştuk ve bu seferde o bana daha yüksek meblağ teklif etti.  Hem de epey bir farkla.

FK yanındayken bana “imalatta kim var biliyor musun? A. kardeşin bende çalışıyor. Senin buraya geldiğini görünce şaşıracak, hem de onun amiri olacaksın” demişti. Hayat ne garip tesadüflerle dolu değil mi?

FK birde geçenlerde E.Hanım’ın yanına uğradığını anlattı. “Senin burada çalışmanı çok istediğimi söylediğimde ‘ama nasılllll olur böyle bir şeyyy, biliyorsun o eyyyttssss!!!’ demiş. FK ‘da “evet biliyorum, sen söylemeden çok önce bana kendisi anlattı. Hem söylemesine gerek bile yok. Hem ne var ki bunda. Hepimiz gibi son derece sağlıklı bir insan o da. Biliyor musun şu an S. Beyin yanında çalışıyor, S.Bey çağırmış ısrarla” demiş. E.Hanımda “inanmmıııyyoorrruumm!!! Olamazzz!!! Ayyy hemen S.Beyi arayıp da söylesem mi acaba kızın durumunu, o şimdi bilmiyordur bunu da, insani görev olarak söylenmeli” demiş. FK’da “saçmalama, gerek yok, hem söylemek zorunda da değil, bu kimseyi ilgilendirmez” diyerek lafı ağzına tıkamış…

E. Hanımın benim diğer şirkette çalıştığımı duyduğundaki yüzünü görmeyi çok çok isterdim. Aklı sıra benim zayıf bir noktamı buldu ve beni oradan yaralamaya çalışıyor.

FK’nın teklifini de kabul etmedim. Çünkü alım, satım, personel yönetimi, iş takibi, ürün teslimi…. gibi pek çok işi tek başıma benim takip etmem gerekiyordu ve çok stresliydi.

Sevgi Yılmaz

Karne Heyecanı

Sevgili dostlar,

Öncelikle uzun zamandan beri yazamadığım için çok özür dilerim. Bu aralar biraz yoğun bir dönemden geçiyorum. Merak etmeyin, güzel şeyler oluyor hayatımda. Biliyorsunuz öğrenciler kısa bir süre önce karne aldılar. Onların bu mutlu gününde ben de size benzer bir hikayemi anlatmak istedim. Umarım beğenirsiniz,

Zaman daha da bir hızlı geçmeye başlıyor HIV ile yaşadığımı öğrendiğimden bu yana… Evet, 3 ay geçti. 3 Ayda bir rutin kontrollerimin yapılması gereken gün geldi. Allahtan geçen aydan bu ay için hazırlamıştım izinlerimi. Rahat rahat kontrollerime gittim bugün.

Hastaneye gitmek için küçük pembe yalanlar söylemek beni yoruyor. Şimdilik, “HIV pozitifim ben, 3 ay da bir gidip ölçümlerimi yaptırmam lazım onun için yarın hastaneye gideceğim” diyebilecek bir ortamım ya da bunu anlayışla karşılayıp HIV hakkında bilgili olan bir iş çevrem yok. İşin aslı bende başıma gelmeden bilmiyordum ki HIV/AIDS hakkında ki gerçekleri. Yaşayarak öğrenmek sanırım en güvendiğim ve başarılı olduğum öğrenme yöntemi : )))

Her üç ay da bir, bir takım değeler ve oranlarla ilgili sonuçların olduğu kağıtların bana karne heyecanı yaşattığını hissettim bugün ilk kez.

CD4’lerim yani vücudumu enfeksiyonlara, virüslere ve mikroplara karşı koruyan savunma görevlilerim beni güzel bir şekilde selamladılar. İlk testimde 580 olan hücreler 620’ye yükselmiş. Bu beni çok mutlu etti. Hatta derneğe gidene kadar belki de bunlar sürekli yükselecek ve ben HIV’ i ilk kez ilaç tedavisi olmadan alt eden adam olarak tarihe geçecektim diye hayaller senaryolar kurarak, bindiğim otobüslere, metroya anlamsız tebessümler saçarak kendimi eğlendirdim. Viral  yük yani vücudumda kendisini kopyalan virüsün sayısı da 70.000 kopyaya gerilemiş.  Bunları düşüne düşüne derneğin Tıbbi Danışmanlık veren doktoruyla randevuma yetiştim nihayet.

Sonuçlarımın çok iyi olduğunu  söyledi. Ama benim kurduğum hayallerin çok ta gerçekçi olamayacağını da bir güzel anlattı. CD4 ölçümleri her ölçümde % 20 ya 30 oynayabilirmiş. RNA yani viral yükte düşüşler ve çıkışlar olabilirmiş yani karnem bir mucizeyi bildirmiyor bana. Mesela gün içinde farklı saatlerde ölçümler versem onlarda bile değişik Cd4 sonuçlarım olabilirmiş. Ne oynak şeymiş bunlar ya. Neyse sonuçlar gayet iyiymiş, hastanede kendi doktorumla da paylaşmamı istedi sonuçlarımı. Yani ben onunla paylaşırım paylaşmasına da o benimle sizin gibi açıklama yaparak sonuçları değerlendirmez dedim. Geçen konuşmamız da söylediği şeyi tekrar etti. “Tedavi aldığın kurum ya da hekim den memnun değilsen bunu değiştirebilirsin ama bu değişimi yapmadan kendisine neden tedavini başka bir yere aldığını anlat ki eksiklik ya da hatasını fark edip sende sonraki arkadaşların aynı sorunu yaşamasın” dedi. Çok haklıydı… Benden öncekiler sayesinde şu an böyle bir dernek var ve ben burada kendimi iyi hissedebiliyorum.  Kendi kendime sürekli dernek için bir şeyler yapmak istiyorum  diyorum ama zamanım yok bundan yakınıyorum. Dilek hanım’ın söylediği çok doğru benden sonrakilerin yürüyeceği yolu taştan, çakıldan arındırmak daha yürünebilir bir hale getirmek için illaki dernekte olmam gerekmiyor.

Karnesini alan, dönem ödevinin konusuna karar vermiş iyi bir öğrenci gibi, başım dik, göğüslerim dışarıda ve dimdik yürüyerek evime gidiyorum.  Bu arada diyetisyenin söylediği şeyler konusunda zorlanıyorum.  Onun için başlamadım ileri bir tarihe ertelendi düzenli beslenme girişimim…

Kıvanç Er

Hayatlar her zaman kesişir…

Benim 2005 yılım tam bir dizi film kıvamında geçmişti…

Olaylar biraz karışık olduğundan adım adım anlatacağım… Önce kişileri ve nerede tanıdığımı anlatayım sonra da onlarla hayatımın nasıl kesiştiğini…

1. Kişi: Bundan 1,5 yıl önce bir reklam ve organizasyon şirketinde çalışıyordum. Çok stresli ve yoğun bir iş ortamıydı. 1 yıl kadar çalıştım ve benim dönemimdeyken sanırım yaklaşık 50 ye yakın personel değişti… Patronum Akrep burcu bir kadındı. Kısaca E. Hanım diyelim. Aman Allah diyorum. En basit şeylere bile bağırır çağırır kıyametleri kopartırdı. Çok kere de yan gözle beni süzen bakışını yakalamışımdır. Kimle konuşsam pür dikkat kesilir, benim ağzımdan çıkan her şeyi merakla dinler, özel cep telefonu ile görüşmelerime bile izin vermezdi. Akşamları mesaim bittiği halde, çıkmama müsaade etmez, boş boş oturturdu beni. Korku filmlerinden çıkmış bir kadındı. 2 koltuğu kaplayacak kadar kilolu, renkli gözlü ve bebek yüzlü bir kadındı. Allah için yüzü çok çok güzeldi…

Birde o dönem hastalığımın en depreşik zamanlarıydı. Arada doktorlara gidip gidip bende süre gelen rahatsızlıkları öğrenebilmek için tahliller yaptırıyorum. Ve her nedense bana bir türlü teşhis konamıyordu. Böyle bir süreçti işte…

2. Kişi: Orada bir dönem (4 ay kadar) bir maali koordinatör görev yapmıştı. Kısaca adına FK diyelim. Özellikle bir fuar organizasyonunda ona bağlı, birlikte yoğun çalışmıştım. Oradan benim çalışma tarzımı ve stilimi iyi bilir. Aynı zamanda promosyon ürünleri sattığı bir ofisi ve imalathanesi vardı. İki işi birden yürütüyordu anlayacağınız. Daha birlikte çalışırken bile bana “-bir gün buradan herhangi bir sebeple ayrılırsan benim yanımda yerin hazır” derdi…

3. Kişi: Çalıştığım organizasyon şirketinin kozmetik ürünleri satan iki ortaklı, yurt dışı bağlantılı bir müşterisi vardı. Kısaca şirketin adına MH diyelim. Her iki ortak müşteri ile de iletişimim son derece iyiydi. Hatta bir çok kes S.Bey bana “Sevgi Hanım sizi bizim oraya alalım, benim sizin gibi bir asistana ihtiyacım var, burada aldığınız maaşın iki katını vereyim, gelin” derdi, bende her seferinde gülümserdim ve ” Teşekkür ederim ama E. Hanım beni bırakmaz” derdim. Etik olarak böyle bir şey yapmamın doğru olmayacağına inandığım için hep şakaya vururdum.

4. Kişi: Bu organizasyon şirketinde öz kardeşim gibi sevdiğim bir çocuk vardı. Kısaca adına A kardeş diyelim. Kerata ile öyle iyi anlaşırdık ki. Birbirimize çok yardım eder, açıklarımızı kapatırdık. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Benim hastanede yattığım dönemde de haftanın 3-4 günü iş çıkışı yanıma gelir “abla nasılsın, neye ihtiyacın var, canın ne çekiyor alayım sana” derdi. Gelip beni eğlendirmeye çalışırdı. Tanı konup Cerrahpaşa’ya sevk edildiğimde ilk HIV pozitif olduğumu söylediklerimdendi. Odama gelip de gözlerime bakışını ve bana sarılmasını hiç unutamam. O zaman çok destek olmuştu kardeşim bana…

Bu arada E. Hanım, kardeşim A.’ya sık sık benim yanıma geldiği için durumumu soruyormuş. Benim akıllı kardeşim dediğim şahıs kısa bir süre sonra bir gün dayanamıyor ve “Sevgi ablam eyttsss olmuşşş !!!” deyiveriyor.

E.Hanım’da sanki çok çok önemli bir iş yapıyormuş gibi hemen etraftaki herkese yumurtlamaya başlamış. Aklı sıra insani bir görev yapıyor; insanları uyarıyor ve (yanlış) bilgilendiriyordu.

Ben taburcu olalı 1 hafta olmuştu ki şirkete iş bağlantısı yaptığım 5 yıllık dostum beni aradı ve “senin gerçek hastalığın ne?” dediğinde “zatürree” diyerek yanıtladım. “Gerçeği söyle!!!” diye ısrar edince bende olduğu gibi doğrusunu anlatmıştım. Dostum benim için çok üzülmüştü, ama işin aslını (tedavisi olduğunu, gerekli önlemlerle bulaşmadığını) benden duyunca da çok rahatlamıştı. Sonra da eve beni ziyarete bile gelmişti, benim dostlarım böyledir işte.

E. Hanım bunun gibi daha birçok kişiye o şirkette tanıştığım, edindiğim çevreye de aynısını yapmıştı. Anlatırken yüz ifadesini bile aynen hayal edebiliyordum: o tombul gerdanını iyice geriye kırmış, renkli gözlerini de iri iri açmış, sesine de gerilim ve korku efekti verip ” Aaaaa sen duydun muuuuu? Sevgi eyyttsss olmuşşş !!! Hani hep doktora gidip duruyordu yaaa, bak gördün mü ne çıktı !!!” 

Ama sevgili kaçık E.Hanım insanların beni ne kadar çok sevdiğini anlayamamıştı. İnanır mısınız o çevreden de hiç bir dostumu, tanıdığımı kaybetmedim. Aksine beni daha çok arayıp hatırımı sorar olmuşlardı.

Ben bir hışım kardeşim A’yı arıyorum ama bir türlü korkusundan telefonunu açmıyordu. Açamaz tabii biliyor öfkemin nasıl olduğunu. Bende mesaj yazdım ve onu defterimden sildim. Bir kaç gün sonra messengerde yakaladı beni ve yalvara yakara özür diliyor. “Abla affet beni, seni öyle hasta, zayıf, çaresiz görmeye dayanamıyordum, bu yük çok ağır geldi bana” dedi. Benim zoruma giden HIV pozitif olduğumu söylemiş olması değildi, beni sinir eden benim giz olarak ona verdiğim bir şeyi başkasına aktarmasıydı. Yani konu başka bir olay olsaydı bile benim tavrım aynı olurdu. Sonuç olarak af etmedim ve artık benim A. diye bir kardeşim yoktu!

Bu insanlarla olan yaşantımın nasıl kesiştiği ise bir sonraki yazımda…

Sevgi Yılmaz