HIV Pozitif Hayatın Günlüğü

Archive for Ağustos, 2011

“İmplant yaptırdım”

Bölüm 3

Aradan 3 ay geçti ve bu gün de vidalandım…

Çekilen dişimin yerine implant (eksik olan dişlerin fonksiyon ve estetiğini tekrar sağlamak amacıyla çene kemiğine yerleştirilen ve uygun malzemeden yapılan yapay diş kökleri) yerleştirildi…

Önce olayı ve mahallini anlatmaya başlayayım…

Tam saatimde diş fakültesinin 3. katında Mavi Klinikteydim. Selam kelamdan sonra, beni koltuğa bir güzel uzattılar ve bir yanak içinden, bir de damaktan anestezi yaptılar. Bu arada da odanın içinde 4-5 kişi harıl harıl çalışıyor. Biri aletleri diziyor, öteki etrafa bezler yayıyor, bir tanesi kocaman bir aleti içeri taşıyarak kurmaya çalışıyor, bir öteki de lambayı – masayı (neredeyse kendini bile) sera streç film ile kaplıyordu JTabii bu aletleri bayatlamasınlar – taze kalsınlar diye sarıp sarmalamıyorlar. Eeee ne de olsa anlı şanlı HIV’den bahsediyoruz.

Bu arada iğnemi yapan Emine Hn (çok şeker bir kız) bana: “bu hazırlıklar implant yerleştirme operasyonunun için, sizden ötürü kaynaklanmıyor, sakın size böyle vebalıymışsınız gibi davrandığımızı düşünmeyin” dedi. Ne kadar duyarlı bir kız.

Asistan kızlar tatlı bir telaş içinde ‘aman bunu şöyle yapalım… bunu böyylee yapalımmm, yoksa Aslan Hoca kızar… Aslan hoca masasını sağında ister…’ gibi cümlelerle birbirlerine talimatlar veriyorlardı.

Hazırlıklar tamamlandı ve kafa tasımın sol tarafı tamamen uyuştu. Derken Aslan Hoca bitiverdi. Eldivenlerinin lastiklerini şaklata şaklata ellerine geçirdi ve yanı başıma oturdu. Yattığım koltuğu rahat çalışabileceği pozisyonda ayarlattı. Öyle bir ayarlandı ki koltuk, sağ kulağım Aslan Hoca’nın tam karın hizasına geldi. Aslan Hoca’nın midesi gurluyordu…

Aslan Hoca’dan bahsetmeden edemeyeceğim. Çok hoş bir karizması var. Koridorda ki yürüyüşü öyle kendinden eminki. Ona baktığınızda podyumda yürüdüğünü düşünürsünüz. Güven veren bir duruşu var.

Asistan kız bana 1 gün önceden telefon ederek “Sevgi Hanım, sizi takip eden doktorunuzla (enfeksiyon doktorumu kastediyor) bir görüşebilir misiniz acaba? Yarın size Agumenin antibiyotik vereceğiz. Kendi ilaçlarınızla bir etkileşim olmaması için danışmanızı ve öyle kullanmanızı istiyoruz” dedi. Onay aldıktan sonra akşama hemen kullanmaya başlamamı söyledi. Bu da çok hoşuma gitti. Brawo walla… !!! Kocaman allkkıışşşş….

Hazırlık aşamasından sonra sanıyorum 30 – 35 dk içinde çene kemiğim oyulmuş, içine bade (vida) koyulmuş ve dikişi bile atılmıştı. Çene kemiğimi oyan aletin gırgırtısı, ağız sıvımı çeken hortumun höpürdetmeleri ve Aslan Hoca’nın mide gurultuları arasında operasyon başarıyla tamamlandı.

İnsanın kafa tasına bir şeyler vidalamaları garip bir his. Hatta komik. Kendimi dübel gibi hissettim. Sağlı sollu ha bire ağzımın içine bir şeyler sokup, katur kutur yine inşaat yaptılar. Gözümü arada aralıyorum, bir bakıyorum koca bir tornavida gözümün önünden geçiyor, bir bakıyorum 10 cc’lik enjektör burnumun ucunda, en sonlara doğru da ipler uzuyordu içimden… Ve tüm bunlar demin bahsettiğim gurultular, gırgırtılar armonisi eşliğinde yapılan hafriyat çalışmalarıydı. Ne eğlenceli değil mi?

Siz sevgili okuyucular şimdi siz “Sevgi bu kadar da atma Allah aşkına… İnsanın hiç mi canı acımaz?” diye söyleniyorsunuzdur. İnanın bana tek duyduğum acı damağıma batan iğne oldu. O da sinek ısırığı gibi bir hissin % 37’si gibi birşey.. Ağzınızı koccaammaannn açmak ve başınızı yana doğru tutmanız gerekiyor. Ehhh dudaklarınız az geriliyor, çünkü yanak etlerinizi bir aletle açık kalması için çektiriyorlar. Bu can acıtıcı bir şey değil zaten.

Ben tüm bu işlemler sırasında çok eğleniyorum…

Sevgi Yılmaz

Suçlamak…

“Düşen bir çığda, hiçbir kar tanesi, kendisini olup bitenden sorumlu tutmaz.”

Oscar Wilde

Sürekli düşünüyordum: ben ne yapacaktım?

Ve düşüncelerim bir süre sonra birilerini suçlama üzerine kuruldu. Kendimi suçluyordum, onu suçluyordum, hayatı suçluyordum. Ve bu düşünceler içinde bir deniz beni boğuyordu: internet!

İnternet içinde birçok “bilginin” yer aldığı bir denizdi. Yalan yanlış ne varsa bütün bilgiler toplanmıştı işte. Ve ben internette gezdiğimde HIV/AIDS konusunda karamsarlaşıyordum. Neye inanacağımı bir türlü bilmiyordum. Aslında o günlerden kalma bir tavsiyem var herkese: eğer HIV/AIDS ile ilgili bir şüphe yaşıyorsanız internetten uzak durun. Çünkü bilimsel olmayan birçok bilginin dolu olduğu, yalan yanlış her şeyin yazıldığı bir yer orası.

Kendimi suçlamak bir çözüm değildi. Benim test yaptırmam gerekiyordu. Testten sonra hemen uzman bir doktor ile görüşmem ve gerekiyorsa tedaviye başlamam lazımdı. Ama ben internet başında sürekli olarak vakit kaybediyordum.

Aslında korkuyordum ben,

Hem de oldukça…

Suçlunun kim olmasının ne önemi vardı ki?

Mert Sönmez

Bir HIV pozitif dişini çektirirse…

Bölüm 2

Dişimi çektirdim. Çok kanlı ve zorlu bir işlem oldu. Bayağı bir ağrım vardı ama bugün dişçi hikâyemi yazabilirim. Yazmanın en güzel tarafı bu işte. Konuşamasanız bile yazarak derdinizi anlatabiliyorsunuz…

Dün sabah 09:00’da pedriyadontoloji bölümünün kapısındaydım. Prof. Dr. Serdar Çintan Bey toplantıdaydı ve beklemem gerekiyordu…

Neyse saat 11:00 ‘e doğru benimle ilgilenen kız yanıma geldi ve Serdar Bey’in saat:14:00 ‘ye kadar çıkamayacağını onun yerine bana Prof. Dr. Aslan Gökbuget’in (ne güzel bir isim değil mi?) bakacağını söyledi. Peki dedim. Aslan kaplan fark etmez bir hoca olsun da…

Beni tekrar bir yarım saat kadar daha beklettiler ve sonrasında diş çekimi için odaya aldılar. Nedense benim işlemler de hep öğlen saatlerine yakın oluyor. Nedenini söyleyeyim, ben HIV pozitif olduğum için en son hasta olarak alıyorlar ve benden sonra öğlen tatili boyunca odayı kapatıyorlar ve temizleyip, sterilize ediyorlar. (Hiç gerek olmadığı halde. Çünkü HIV dış ortamda hava ve/ya güneşle temas ettiğinde saniyeler, en fazla dakikalar içinde canlılığını, yani bulaştırıcılığını yitiriyor.)

Kızlar yine astronot formunda hazırlandılar. Saçlarında boneler, üzerlerinde 10 beden büyük yeşil ameliyat önlükleri ve bütün yüzlerini kaplayan şeffaf gözlükler. Sanki ben bay-pas ameliyatına giriyorum. Bir tek Aslan bey böyle NASA üssü formatında değildi. Sadece bir ağız maskesi taktı o kadar. Ama gözünde kendi numaralı gözlükleri vardı.

Asistan kız önce bız bıızzt anestezi iğnemi yaptı. Ben yavaş yavaş uyuşmaya başladım. Hazır olduğumda hoca geldi ve sıvadı kollarını. Katur kutur uğraşıyor, penseyle her tutmada dişimin bir tutamı elinde kalıyor. Böyle kırıla kırıla yüzeydeki diş tamamen bitti. Sonra eline diş keskisi ve mini çekiç gibi bir şey aldı. Arada bir gözlerimi açıp bakıyordum da; 5-6 tane boneli – maskeli kafa hepsi benim tepemde ve ağzımın içine bakıyorlar. Hani derler yaa “ağzımın içine düşecek” diye, aynen öyleydiler.

Ağzımın içinde resmen inşaat yaptılar. Sanırım orada ne kadar alet varsa hepsini aynı anda ağzımın içine soktular. Hocanın iki eli, öte yandan 1. asistan kız habire ağız sıvımı çekmesi için hortumu gezdiriyor, 2. asistan kız da ağzımın iyice açık olması için bir aletle dudağımı çekip bastırıyor. Hoca vızır vızır çalıştı. Bir tek o kullandığı keski ve çekiç kısmı hoş değildi. Çünkü keskiyi dişin üzerine yerleştiriyor ve çekiçle gümmm gümmmm defalarca vuruyor. 4 – 5. vurmadan sonra, keskiyi beyninizde hissediyorsunuz. Bu o an için beyninizi zonklatıyor. Hoca baktı keskiyle olacak gibi değil, dişin ortasını aletle oydu. Bir de o aletin tiz sesi biraz gıcık oluyor. Vvıııııııızzzzzzzzzzz vıızzzzzzzz, iiiyyyynnn iiyyyyynnnnn…. Ardından gelen kemik kokusu…

Bööğğğğ…

Çekim sırasın da da hoca bir yandan anlatıyor “İşte buu böyle böyle.. şöyle .. olacak” diye. Kendimi yemek programında gibi hissettim. Ama izleyici olarak değil, masaya yatırılmış hindi gibi. Düşünsenize Hoca anlatıyor : “Evveeett sevgili izleyiciler ve öğrencilerim… Bu günkü diş operasyonu programımızda çift köklü Sevgi hindi oyma ve doldurma var….”

Eennn sonunda dipte kalan kökü çıkartmayı başardılar. Ve çok komik bir an, diş çıktığı an oradaki herkes aynı anda “ooohhhh” dedik…

Hoca dişi çektikten sonra asistan kıza ne yapması gerektiği konusunda talimatlarını verdi ve çıktı: “5,5 mm iple patil (böyleydi galiba) dikiş at, dikeyleri bırak, işte kanama devam ederse bilmem ne ne yap…”

Astronot kızcağız oturdu başıma, aldı iğneyi ipliği eline başladı dikmeye. Ama bir süre sonra baktım eline makası aldı dikişi geri kesti. Sonra yan odadan başka bir dişçiyi, Emine Hanım’ı çağırdı.

– Yaaaa Emine baksana bu ne dokusu? Diş mi, yanak dokusu mu?

– Hımmm sen neden böyle attın dikişi?

– Hoca böyle yapmamı söyledi.

– Sen buraya 8 dikişi at (dikiş 8 şeklinde olacakmış yani)

Haaaa Matrix dikiş yani, tamam…

dedi ve bu sefer öyle dikmeye başladı. Ama iğneyi bir türlü istediği taraftan çıkartamıyordu. (Bunu aralarındaki konuşmalardan anlıyorum) En sonun da iğne yamuldu.

Yenisini getirttiler. Bu arada başka bir asistan daha geldi, o da bu sefer bilmem ne şeklinde atsana dikişi demez mi! Asistan kız “ama hoca bana böyle yap dedi” deyince, yine attığı o Matrix dikişi de söktü ve ilki gibi yapmaya başladı. 3 kere dikti söktü. Yap boz tahtasına döndüm…

İşte o zamanda ben kendimi aynen bulunmaz Hint kumaşı gibi hissettim. Kes biç dik… olmadı bir daha … bir daha… Artık ağzımı 1,5 saattir açık tutmaktan kafatasımı hiçbir şekilde hissetmez olmuştum…

Koltuktan katlığımda aynaya bir baktım, kan revan içindeydim. Yanaklarım, burnumun ucu… Aynı kan emmiş vampir gibiydim…

Hemen peçeteyle sildim.

Kullandıkları tüm aletler kağıtların içinde geliyor. Bu çok hoşuma gitti. Ve hani diyorum yaa hep astronot gibi giyiniyorlar diye. Aslında tüm operasyonlarda böyle giyindiklerini düşünüyorum. Başka bir odanın önünden geçerken de aynı şekilde kurbağa yeşili modasını takip ettiklerini gördüm. Belki orada ki o kişi de bir virüs taşıyıcısı olabilir. 2 kat aşağı indiğim bölümde böyle değillerdi çünkü.

Bana yaptıkları tüm işlemlerde, işin garip tarafı hiç acı duymuyorsunuz. Çünkü yüzümün sol tarafı olduğu gibi hissizdi. Ben böyle anlatıyorum ama inanın korkacak hiçbir şey yok. Ben bunun gibi daha ne diş ameliyatları geçirdim. 5-6 kere buna benzer operasyonlar oldum. Hatta birinde de ön diş etlerimi bilmem kaç mm kesmişlerdi. Yani dişçi korkusu olanlar bu yazımı okuyup da endişelenmesinler… İlk zamanlar bende dişçinin daha kapısına gelince bile avuçlarımın içi terlerdi, o ilaç kokusunu alınca dizlerimin bağı çözülürdü…

Seneler önce bir keresinde üst ön dişlerimden birine kanal tedavi yapmışlardı ve üzerine pamuğu tampon olarak koymuşlardı. Tabi yine tüm yüzüm uyuşuktu ve hiçbir şey hissetmiyordum. Bana yarım saat kadar sonra bu tamponu çıkartıp atmamı söylemişlerdi. Arabada eve giderken ben artık pamuğu çıkartayım dedim. Aha tamponu çekiyorum, çekiyorum gelmiyor. Hayda işin yoksa dön geriye dedim içimden. Uzanıp dikiz aynasına baktım ki meğer pamuk yerine üst dudağımı çekiyormuşum. Uyuşuk ya hissetmiyorum

Eve gelince aynayla dikiş atılan yere baktım. Ehhh fena değil, sonunda kız dikişi tutturmuştu…

Sevgi Yılmaz

Test yaptırmak veya yaptırmamak…

Eve geldim,

İçimde büyük bir kaos var. Gelecek, geçmiş ve şimdiki zaman hepsi iç içe girmiş. Mükemmel bir karmaşanın tam ortasındayım. Beynim sürekli olarak bana tuzaklar kuruyor, gelecek için olumsuzluklar üretiyor. Onu durduramıyorum ve bunu kaldırıp kaldıramayacağımdan pek emin değilim.

Sürekli o anı düşünüyorum: tanı almak…

Acaba nasıl olacak, bana ne diyecekler, insanlara ne anlatacağım?

Beynim sürekli yeni senaryolar yazıyor, durduramıyorum…

Ben bir kaos içerisindeyim ve kaos beni yutuyor. Bu duygu çok farklı, korku değil, ürkmek değil, endişelenmek hiç değil. Belki hepsinin toplamından daha fazlası ancak kesinlikle daha az değil.

Aklımdan geçen şeylere bazen ben bile inanamıyorum. Bir mantık hatası içerisindeyim: eğer test yaptırırsam tedavi olabilirim ama test yaptırırsam o sonuç alma kısmına dayanamayabilirim.

Onu düşündüm bir an: acaba o bu durumla nasıl başa çıkmıştı? O neler yaşamıştı? Ben yalnız mıydım?

Kendimi tanımlayabildiğim tek kelime buydu: Kaos; doğurgan bir düzensizlik, karmaşa ve bilinmezlik…

Mert Sönmez

Diş Hekimliği maceralarım…

Bu yazımda sizlere bir HIV pozitif olarak diş hekimlerinde yaşadığım olayları bölüm bölüm anlatmak istiyorum.

Kiminden destek gördüm, kiminden de köstek… Ama hiç birinde de pes etmeyerek ve sabırla doğrusunu anlattım…

İyi okumalar…

Bölüm 1

Sosyal Güvenlik Reformundan önce üniversite hastanesinde tedavi olabilmek için bir devlet hastanesinden sevk almak gerekiyordu.

Ağız ve diş sağlığımla sigorta kapsamında faydalanabilmek için sevk almak için takip olduğum devlet hastanesinin diş polikliniğine gittim.

Bölüme girdim, soldaki odada bir bey oturuyor ve önünde ki evraklarla ilgileniyordu. Sonra baktım karşıda bir personel var, hemen ona yönelip İstanbul Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi’ne sevk istediğimi, alabilmem için enfeksiyondan kağıt almama gerek olup olmadığını sordum.

Kadın da bana Okmeydanı’na gitmem gerektiğini, orada tedavi olabileceğimi söylemesi üzerine, bende oraya daha önce gittiğimi, ancak 8 ay sonrasına gün verdiklerini söyledim. Bu konuşmalarımızı duyan sol odada ki bey personele seslenerek “……. Hanım nedir konu?” diye sordu. Kadın, “hocam bayan Çapa’ya sevk istiyor?” deyince, hoca beni odasına çağırdı…

Hoca :Neden Çapa’ya sevk istiyorsunuz?

Sevgi :Tedavime orada başladım ve orada devam etmek istiyorum. Ücretli olmak maliyetli olduğu için de SSK’dan yararlanmak istiyorum.

Hoca :Enfeksiyondan ne için kağıt alacaktınız?

Sevgi :Benim immun yetersizliğim var.

Hoca :İmmun yetersizliğiniz neye bağlı olarak var?

Sevgi :Ben HIV pozitifim!

* Ben bunu söylediğim an, odada bulunan ve benim sol tarafımda öne doğru bir kolunu dizine dayayıp oturmuş olan bir ilaç mümessili pozitif olduğumu duyduğu an hemen geriye doğru yaslandı. Böyle durumlarda insanların boyunlarına atlayıp şapur şupur öpesim geliyor…

Bazen de acaba ben mi paranoyak düşünüyorum diyorum. Belki de adam benim yüzümden geriye yaslanmadı, ne bileyim. Keşke sorsaydım… “ne o korktunuz mu?” diye…

Hoca :Raporunuz var mı?

Sevgi :Evet var ama yanımda değil.

Hoca :!!!

Sevgi :Ama yanımda lenfosit profili sonuçlarım ve sağlık karnem var.

Hoca :Bir bakayım onlara. (bu arada hoca tek tek hepsini inceledi, karnemde ne ilaçlar kullandığıma baktı vee…)

Hoca :Tamam sen şu karşıda birazcık otur, personel gelsin de işlemini yapsın.

Sevgi : Peki, çok teşekkür ederim…

Söz dinleyen uslu kızlar gibi gittim ve odanın tam karşısında ki banka oturdum.

İyi yürekli hoca kâğıtlarımı hazırlarken,

Hoca :Peki neden özellikle Çapa’yı istiyorsunuz?

Sevgi :Orada bize ayrı klinikte bakıyorlar da…

Hoca :Ne gerek varmış ki ayrı yerde bakmaya? Demek orada da kıllık yapıyorlar…

Sevgi :Sanırım kendi ön yargılarından dolayı

Hoca :Ve sizde hala orayı istiyorsunuz…

Sevgi :HIV pozitiflerle Dt. Serdar Bey ilgileniyor ve direkt bölüm hocalarına yönlendiriyor. Böylece çok da fazla sırada beklememiş oluyorum.

Sevki aldım ve çok teşekkür edip çıktım. Yine şanslı günümdeydim….

Sevgi Yılmaz

Nerden nereye…

2005 yılında tanı aldıktan birkaç ay sonra internette bulunan HIV pozitif Türkiye grubuna üye oldum. İlk zamanlar yaşadığım “dünyada tek ban varım” psikolojisinden bu grup sayesinde hızla sıyrıldım.

Yaşanan hak ihlallerinin sıkça paylaşıldığı grupta bir araya gelen duyarlı kişilerin desteği ile “Artık dernekleşmenin vaktidir” dendi. Dernek kurulurken simit kafelerde toplanır, İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı’nın toplantı salonlarını kullanırdık. Dernekleşmek için 5-10 kişiyi geçmeyen toplantılara bende katılmaya başladım. Ne yalan söyleyeyim ilk zamanlar sadece sohbet etmek, Elif ve Garo’yla kikirdemek için gidiyordum. HIV’e dair insanlarla rahat rahat sohbet etmek çok iyi geliyordu.

Atılan bu adımlarla Pozitif Yaşam Derneği; HIV ile yaşayan kişilere destek hizmetleri sağlamak, yaşanan hak ihlallerinde savunuculuk görevini yerine getirmek ve farkındalık çalışmaları yürütmek amacıyla Haziran 2005’te resmen kurulmuş oldu. Kuruluş süresince “Pozitif Yaşam Destek Merkezi” projesinin hazırlıkları da bir yandan devam ediyordu. Küresel Fon’un T.C Sağlık Bakanlığı aracılığı ile Türkiye’de yürüttüğü “HIV Önleme ve Destek Programı” kapsamında başvurusu kabul edilen projeler arasındaydık.

Tüm bunlar olurken ben tanı travmamı çoktan atlatmış, güzel bir tatil yapmış ve babam ameliyatlı olduğu için tek başıma ev taşımak ve yerleştirmek zorunda kalmıştım. Hatırlarsanız daha önce çalışma hayatımla ilgili oturduğum yerden nasıl piyasa arttırıp iyi bir iş bulduğumu yazmıştım. Yeni gelen patronun pozisyonumu değiştirme girişimi sonucu işi bırakmış ve bu arada UNAIDS’ten gelen iş teklifini kabul etmiştim.

Ağustos 2006 yılında destek merkezimiz için yer bulmuş ve tüm hastanelerin enfeksiyon bölümleri ile tek tek iletişime geçip Derneğimizi ve hizmetlerimizi anlatmaya başlamıştık.

İlk aylar kapımızı çalan pek olmadı. İnsanların “tanınırım, deşifre olurum, damgalanırım” endişelerini aşmaları kolay olmadı elbette. Tabii birde doktorların güvenini kazanmak…

Merkezimizi kurduktan sonra tüm ekip UNAIDS’in desteği ile HIV’in tıbbi, psikolojik ve hukuksal boyutlarının eğitimlerini aldık. Misyon – vizyon, strateji, iletişim çalıştaylarına katıldık. Ciddi anlamda kapasitelerimizi geliştirdik…

Aldığımız tüm bu eğitimler HIV ile yaşayan bir birey olarak sahip olduğum haklarımı savunmamda çok etkili oldular. Özellikle de diş hekimliği fakültesinde…

Orada yaşadığım maceralar bir sonraki yazımda…

Sevgi Yılmaz…

Anne!

İlk önce aklıma gelen şey annem oldu…

Ölecektim, peki ona ne olacaktı?

Tek oğlu öldükten sonra ne hissedecekti?

Kendimi düşündüm bir an: hastane köşelerinde bilinçsiz bir şekilde yatıyorum…

Annem orada, başımda ağlıyor…

Bana ne olacaktı?

Ben ne olacaktım?

Ben?

O gitmişti ya ben?

Korktuğumu hissettim, üşüdüğümü hissettim..

O zamanlar HIV/AIDS’den kimsenin artık ölmediğini normal yaşam süresini tedaviler sayesinde kaliteli bir şekilde  bilmiyordum…

Birden Ozan’ın yanından hiçbir açıklama yapmadan kalktım…

Park bana dar gelmişti…

Mert Sönmez

Cinsel Bilinçaltı…

Onun ortadan kaybolması hepimiz için bir sır oldu. Okula geri dönmedi…

Ancak gençtik ve o dönemlerde bazı şeyleri daha hızlı atlatabiliyorduk nedense. Hayat bizi bu kadar yıpratmamıştı ve kendimizi daha çabuk yenileyebiliyorduk.

Ondan bana kalan tek miras sevginin dışında aşık olduğum kişiyi birden kaybetme korkusu oldu. Ne zaman birine aşık olsam sürekli olarak onun da hiçbir açıklama yapmadan hayatımdan kaybolacağını düşünür olmuştum birden. Bu benim bazen ilişkilerimde çekilmez bir insan olmama neden oluyor, bezen de kendi kendime zarar vermeme neden oluyordu.

Birinin birden hiçbir açıklama yapmadan yok olması gerçekten acı bir durumdu. Ama bu durumu bu kadar dramatize eden şey aslında taşıdığı sırdı. Ve bu sır bir gece bir arkadaş sohbetinde kendi kendine çözülüverdi birden…

Şehrin içinden geçen küçük bir akarsuyun kenarına kurulmuş parkta benimle aynı üniversitede ancak başka bir fakültede okumuş bir arkadaşımla konuşuyordum. Neden bilmiyorum ama konu birden ona geldi.

Arkadaşım onun bahsi geçtiğinde birden irkildi ve “Allah Korusun” dedi. Ben önce ne olduğunu anlayamadım. Kendi kendime eski sevgilimin sadece benim değil birçok kişinin hayatında üzücü izler bırakmış diye düşündüm.

Arkadaşım Ozan bana “Onunla hiç yatmadın değil mi?” diye sordu. Gözlerinde aşağılayan, küçük düşüren ve hatta birazda sanki bir aptala bir şey anlatıyormuş gibi bakan bir ifade vardı.

“Neden soruyorsun?” dedim ona. Ve o sırada aklıma birçok şey gelmişti: onun hamile kaldığı, başka bir sevgilisi olduğu, beni aldattığı.

Birden şaşkın ancak sanki mutlu olmuş bir havayla yüzüme baktı: “Sen duymadın mı?” dedi…

Ben neyi duymamıştım? Acaba ona bir şey mi olmuştu? Yoksa intihar mı etmişti? Tanrım!!!?

“O kızda AIDS çıktı. Eski erkek arkadaşından almış sanırım. Ailesi Rektörlük ile görüştü. Memleketlerindeki bir üniversite yatay geçiş yapacakmış. Hatta eski erkek arkadaşı ona söylemiş. Bütün şehir bir ay bunu konuştu. Herkes birbirine mesaj attı…”

Birden park zemininin altımda gidip geldiğini hissettim.

Yıllarca süren bir ilişki,

Binlerce korunmasız cinsel ilişki,

Ve HIV/AIDS’in o an cinsel bilinçaltımda hiç ama hiç yer almadığını anladım…

Mert Sönmez

Güzel bir sahne;

“İşte bir sahne ama içi bomboş. Yazılmış en güzel oyunların artık bir anlamı yok…”

Konuşuyoruz…

Ben ve onun arkadaşları. Ona ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Sürekli olarak “belki de” diye başlayan cümleler kuruyoruz.

“Belki de ailesinin maddi sıkıntıları vardır…”

“Belki de başına bir şey gelmiştir…”

“Belki de depresyona girmiştir…”

“Belki, belki, belki…”

Herkes onun ile ilgili olarak konuşuyordu. Ancak hiç kimse benim kadar benim kadar acı çekmiyordu. Onlar sadece bir arkadaşlarını kaybetmişlerdi ben ise hayat dostu, sevgilimi ve her şeyimi kaybetmiştim. Bir insanı kaybetmiş olmanın en zor yanı sanırım onun ile birlikteyken kendini tam olarak hissediyordum.

Ancak o gidince kendimi asimetrik hissetmeye başladım…

Asimetrik hissediyorum…

Onunla ilgili ne kadar güzel hayaller kurmuştum ben…

O günlerde günlüğüme şunu yazdım: “İşte bir sahne ama içi bomboş. Yazılmış en güzel oyunların artık bir anlamı yok…”

Mert Sönmez

Ben kaybettim…

Siz birini kaybettiniz mi?

Hayır, birinin ölmesinden bahsetmiyorum.

Birini hayatınızdan yitirmenizden bahsediyorum.

Ben kaybettim: hem sevdiğim birini hem de bir aşk oyununu: evet, kaybettim…

O yok, hem de hiçbir yerde: okulda yok, evde yok, arkadaşlarının yanında yok…

Ona ulaşılamıyor: telefonu kapalı, MSN’i kapalı, maillerime cevap vermiyor…

O hayatımdan birden çıkmayı tercih etti. Ve koskoca bir şehrin ortasında yalnız başıma kaldım.

Onu bu kadar severken birden bana hiçbir açıklama yapmadan, dönemin ortasında her şeyi bırakarak kayboldu. Onu en son sınıf arkadaşı Ela görmüş, yanında annesini olduğunu düşündüğü şişman ve yaşlı bir kadın varmış. Ağlamaklı bir yüz ifadesi varmış. Annesi onun elini tutuyormuş…

Sadece ben değil diğer arkadaşları da onu merak etmeye başladı. Ve hep beraber onun okuduğu fakültenin öğrenci işleri departmanına gittik.

Orada tanıdığımız bir “abla” bize kendisinin birkaç hafta önce bazı sağlık sorunları yaşadığı için okulunu dondurmak istediğini ancak dönem ortasında okul dondurulamayacağı cevabını alınca da sinirlenerek orayı terk ettiğini söyledi…

O gitmişti ve ben kalmıştım…

Mert Sönmez