HIV Pozitif Hayatın Günlüğü

Archive for Mart, 2012

Zaman ve kalp atışları…

Bazen üzerinde düşünüyorum olanların, üzülmek yerine. Sağlığımı kaybettiğime yerinirken, kazandığım bir şey var mı diye. Birleşik kaplar teorisinde, bize doludan boşa akış olduğu ve ayrıca uzayın hep denge peşinde koştuğu söyleniyordu, öyle veya böyle. Fiziksel anlamda da hiç bir “şey” yok olmazdı. Hepsini toparlamaya çalışırken, kaybettiğim bir şeyler yerine, bir şeyleri de kazanmış olmalıydım. O zaman kazancım neydi! Belki de gereksizce harcıyordum kelimelerimi daha önceleri veya zamanım hiç bitmeyecek gibi gelmekteydi. Kıyısından aşağıya bakınca hayatin, yaşamın bir sonu olduğunu ilk defa kavradım küçük aklımla. Ve ne kadar kaldıysa kaldı, ama kalan daha önemliydi artık hayattan. Çalışırken ve buna mecbur olduğumu düşünürken, ağız kokularını çekmekteydim beş para etmez insanların. Şimdilerde yüreği milyonlara değen, benim gibi beş kuruş parası olmayan insanlarla geçirme zevkini yaşıyorum zamanımı. Hatta yarı-zamanlı çalışırken, üzerimde tahakküm kurma eğilimindeki ukala yöneticilerin ağzının payını vermeye çekinmemekteyim, “kaybedecek ne var ki” özgürlüğünde.  Bana “Çalışmayacaksın da, ne yapacaksın!” deme cüretini gösteren bir yöneticiye, “Hayatımı yaşayacağım!” deme zevkini tattım. Bunun üzerine bana, “Ben bilmem kaç yıllık iş hayatımda kesintisiz bir ay bile tatil yapmadım!” diye kendince bilgelik kokan bir söz söyleme gafletinde bulunduğunda, benim “Ben sizin hayat koçunuz değilim. Kendi hayatınızı nasıl heba edeceğiniz de sizin kararınız!” dediğimde şaşırmıştı. Belki onun işime son verebilme riskini de almıştım ama yemedi zaat-i ali’leri!!! Ve aksine daha kibarlar ondan bu yana. (Yine de kimseye, benim yaptığım kontra-ukalalığı  yapmayı önermem tabii ki). Ama ne zevkti böyle bir cevap vermek benim için!

Düşünüyorum bol bol simdi. Hayat, sevgi, özveri ve birçok şeyin üzerine. Mesela, çalışma hayatında bize bir şekilde para ödediler ve ödüyorlar. Ne yazık ki bu bizim ihtiyacımız. Sistem böyle kurulmuş. Ancak karşılığında aldıkları? “Vakit, nakittir!” derler. Bu durumda bizden alınan da hayatimizin önemli bir parçası. Kaldı ki, tüm kazancımızla, kaybettiğimiz, yani bizden alınan hayat süresini geri satın alma imkânımız asla olmayacak. Bu durumda, zamanıma daha fazla mutluluk sığdırmaya ve gereksiz insanlar ve sözde kişiler ve de gereksizce harcamaya tahammülüm olmamalı diye düşünmelerdeyim zamanımı. Şu aralar arayışım, bunu nasıl becerebileceğim üzerine.

Belki ahşap modeller yapmak, tavuk beslemek, daha fazla fotoğraf çekmek, daha fazla bisiklete binmek, Beyoğlu’nda gezerken vitrinler yerine, kalan eski binaların islemelerini görmek için gözümü daha yukarılara çevirmek, beş kuruşu olmayan yüce gönüllü insanlarla daha fazla zaman geçirmek vaktidir.

Almadan vermeye istekli ve bunu gerçekleştiren insanlara bayılıyorum hep. Mesela bedavaya yaşlılara ve ihtiyacı olanlara fiziksel tedavi yapan, hala amatör ruhla “alo sizi dinliyorum” diyen, içi ne söylerse söylesin, yozlaşmış/yozlaşmamış ortamlarda yine de içten ve kendinden verenlere… Ve sayılı kalp atışlarına her ne şekilde olursa olsun, anlam yükleyenlere.

Aslında yapacak çok şey var, adi ne olursa olsun sistem daha fazla zamanımızı çalmadan…

Fatih Egelioglu

Yeni HIV pozitif arkadaşım oldu…

Bu gün sabahın berrak 10:30 sularında sevgili Can ile buluştuk, tanıştık, hatta kaynaştık ve kaynattık.

Bir cafede kuşluk vakti kahvaltımtrak menülerimiz ve sıkılmış portakal sularımızla birlikte bir daldık konulara zor çıktık.

Can aynen benim erkek versiyonum.  Hayata bakış açılarımız aynı. Tam benim kafada. Öyle HIV MİV takacak, oturup haline acıyacak arabesk biri değil (hani yeni tanısı konmuş olmasına rağmen… o bakımdan arabesk dedim, kimse üstüne alınmasın)

Turkişşş kahvelerimizi de höpürdükten ve bol bol dedikodu ettikten sonra kalktık. Eeeee zati öğleni de çoktan etmiştik…Ama helal olsun, onun da psikolojisi sağlam. Tabii o da ilk günler depreşmiş. Hatta vasiyetini bile hazırlamaya başlamış   ama kankası ona çok destek olmuş ve ‘dur, artık insanlar bu hastalıktan ölmüyor’ demiş ve epeyce bilgilendirmiş. İnsanın böyle dostları olması ne güzel…

Seni çookk sevdimm Can’cım… Hep böyle gülerek dolu dolu yaşamanı dilerim…

Senin içindeki güzel yüreği gözlerinde gördüm.  Yüreğinde sevgiyi taşıyan insanın aynasıdır gözleri…

Sevgi Yılmaz 

HIV, aynı ortamda bulunmakla bulaşmaz ki!

Birkaç yıl önce yaşadığım bir anımı paylaşmak istiyorum.

2009 yılında, Pozitif Yaşam Derneği’nin başkanı, doktoru, psikoloğu ve iki de HIV pozitif kişi olarak Okan Bayülgen’in programına konuk olmuştuk. Biz, iki HIV pozitifin kimliğini deşifre etmeyecek şekilde organizasyon yapılmıştı.

Programa katıldıktan 2 gün sonra, devam ettiğim spor salonuma çalışmak için gittim. Her zamanki gibi masasında oturan ve benim Pozitif Yasam Derneği’nde gönüllü olduğumu bilen salonun sahibi biraz düşünceli bir şekilde yanıma gelerek “hoş geldin” dedi.

Salon sahibi spor hocası ile daha önce İnsan Hakları üzerine sohbetlerimiz olmuştu. Hatta bir keresinde Derneğin avukatı Habibe Yılmaz Kayar’ı bir TV programında izlemiş ve sonrasında HIV pozitiflerin hakları üzerine de konuşmuştuk. Benim HIV pozitif olduğumu bilmiyordu!

Hoca, bir süre sonra ben hareketlerimi yaparken tekrar yanıma geldi. Gözlerinde emin olmak isteyen bakışlarla ve tedirgin bir ses tonuyla:  “Okan Bayülgen’e çıktınız!” dedi.

Limon sıkılmış gibi olan o yüz ifadesinin nedenini o an anladım.

Hoca   : Evet, evet beğendim… (Limon sıkılmış gibi olan yüzü bir anda ağzına bir parmak bal çalmışsınız gibi gevşeyiverdi)Ben     : (Pişkince gülümseyerek :D) Evet, izlediniz demek? Beğendiniz mi?

Ben     : Hocam vaktin olursa bizim derneğin web sitesine de gir bak. Benim öykümü oradan okuyabilirsin. Son evreden dönmeme rağmen, gördüğün gibi gayyettt sağlıklıyım. Orada pek çok değişik öykülerde var.

Sonra bir anda ben, şirin şirin gülümsemeye devam ederek “Bu bilgiyi hukuken bir başkasıyla paylaşamayacağınızı da biliyorsunuz değil mi?

Hoca   : (Kendinden emin bir şekilde, vurgulayarak ve yayvan tebessümü ile) Tabii ki biliyorum.

Ben     : Bu arada, salona gelip gidiyorum, çalışıyorum, sakin içinizde bir kuşku olmasın. Aynı ortamda bulunmakla….   (bulaşmaz diyecektim lafımı yarıda keserek)

Hoca   : Ayıp ettinnn yaaa beni başka cahillerle karıştırma

Ben     : 🙂 Affedersin, tamam…

Haklarını bilen bir HIV pozitif olmak çok güven verici. Böyle durumlarda paniklemeden, sakince, gülümseyerek cevap vermek çok etkili oluyor. “Hayır HIV pozitif değilim, rol yaptım” da diyebilirdim ama demek istemedim… Ben derdimizi gülümseyerek anlatmayı seviyorum…

İşte böyle…

Sevgi Yılmaz

 

 

Yapacak çok şey var hayatta

Adımlarımız var iyiye doğru
Güneş doğacak binlerce sabah
Sevecek çok şey bulacağız
Bazen bir tabak yemeğin tuzunda
Aşık olacağız yine, fıstıklı baklava tadında
Bir çocuk el sallayacak bir araba camından
Karşılık verip, güleceğiz
Şehir Hatları Vapurları’nın seslerine karışacak martıların çığlıkları
Attığımız simitler sevindirecek
Ve yine güleceğiz, en atak olanın hırsızlığına
Boğaz binbir dalga,
Ortaköy’de kalabalık
Güzel yudumları olacak telveli kahvelerin
Tadı damağımızda
Simit ve karper peynirini özleyip
Hapur hupur yemek de var
Sonra Beyoğlu’nda umulmadık bir sokakta
Tanıdığın boynuna dolanacak kollarımız
Güleceğiz yine
Bazen kahkahalarla
Bugünkü resimlerimiz de eskiyecek elbet
Ve dalgamızı geçeceğiz zamanla
Bir ayakkabı alacağız indirimden
Ona uygun gömlek belki de
Giyeceğiz
Karaköy’e geçerken Eminönü’nden
Kimin daha çok balık yakaladığını merak edip
Bakacağız
Çamlıcaya doğru göç eden leyleklere
Güle güle ve yine bekleriz diyeceğiz
“Bu fıkrayı biliyor musun?” diyeceğiz anlatmadan
Hatırlamadıklarımız onlarcası cabası
Düşüneceğiz
Yapacak çok şey var bu hayatta
Hepsi de ölümden fazla
Bir kere ölünür ancak
Gülecek çok şeyimiz var..

Fatih Egelioğlu

“Melek” Doktor’dan sonra…

Sonra düşündüm… Hayat bazen üstüne geliyor insanın… Sadece pozitif olduğum için değil, olmasaydım da başka kılıkta yürüyecekti üzerime. Bazen bir başkasının kelimeleri batacak, bazen ezecek, bazen itecekti… İşi sorun edecektim, ailemde sorunlar olacaktı, ayakkabım vuracaktı… Birine sms geçecektim, beni yanlış anlayacaktı. Sonra o bana yanıt verecek, ben kızacaktım. Başa saramayıp, eski kasetlerin teyp çalarlarda allak bullak olması sonrası, kurtarayım derken, koparacaktım.

Oysa şimdi HIV Pozitif olmanın alışılmamış ağırlığını taşımaya veya “Melek” Doktor veya destek veren gerçek dostların omuz verişi ile bu ağırlığı zamanla paylaşmaya ve her duruma alışmada usta insan ruhunu hissetmeye yürüye gidiyorum.

Bu mail grubundaki yazışmaların neredeyse tamamını okuyorum, bazen de vazgeçiyorum. Hayatı kendi paralelliğimizde yaşarken, benzerliklerimizi görüp, güçlülerin ateşinde kendimize enerji edinecekken, belki de yine stressle atışa da biliyoruz. Oysa bir hocam “Söz, göze anlatılır!” demişti. Onu hatırladım. Yazı ortamlarında anlaşmanın, düşünce paylaşımının, mimimkerden yoksun, fikir ve duygu aktarımının ne kadar zor olduğunu ve bazen olanaksızlaştığını da görebilmek var.

Koca bir çığ başladı mı durmaz. Bazen küçük bir sesle harekete geçer ve kopar gider gerisi. Bazen en iyisi, çıt çıkarmamaktır. Usul usul yürüyüp gitmek… Çığ tehlikesi geçtiğinde, yüz yüze, göz göze muhabbet ise güzel de olurdu elbet. Göz göze baktı mı, yanlış anlamaz insan.

Eminim ki ortak sorunumuz ve hayatın getirdiği ayrı ayrı stres altındayız her birimiz, ama “Melek” Doktor da hep duyduğumuz umudu yeniledi; “En fazla bilmem kaç yıl sonra bu meret’e de çare bulunacak… Eminim!”…

….
Fatih Egelioğlu

Pozitif Yaşam Derneği İnternet Sitesi Ödül Aldı…

Sağlık Bakanlığı’nın her yıl düzenlediği ‘14 Mart Tıp Bayramı’ etkinlikleri kapsamında en iyi internet sitesi ödülünü Pozitif Yaşam Derneği’nin resmi sitesi www.pozitifyasam.org aldı…

Ankara’da 14 Mart 2012 günü ATO Congresium’da Sağlık Bakanlığı tarafından düzenlenen törende, “Üstün Hizmet Ödülleri”, “Yılın Doktorları”, “Yılın Doktoru”, “Yılın Sağlık Çalışanları” ve “Altın Stetoskop Medya Ödülleri” kategorilerindeki ödüller sahiplerini buldu.

Sağlık Bakanı’ndan Pozitif Yaşam Derneği’ne Ödül…

“Altın Stetoskop Medya Ödülleri” kategorisinde, sağlık alanındaki en iyi internet sitesi seçilen www.pozitifyasam.org’a ödülünü Sağlık Bakanı Dr. Recep Akdağ verdi.

Törende, ödülü Akdağ’ın elinden alan Pozitif Yaşam Derneği İletişim Sorumlusu Çiğdem Şimşek; “Faaliyete başladığımız günden bu yana, yaptığımız her çalışmada HIV pozitifler yer aldı. Örneğin bu gece ödüle layık görülen internet sitemizi de bir HIV pozitif arkadaşımız tasarlıyor ve güncelliyor. Pozitif Yaşam Derneği’nin çalışmalarını önemli ve anlamlı kılan; HIV pozitifler için HIV ile yaşayanların katkı sağlamasıdır” dedi.

Başta HIV ile yaşayanlar olmak üzere, toplum geneline de bilgilendirme yapan böyle bir internet sitesinin varlığına dikkat çeken Şimşek, şu sözlerle teşekkür etti; “HIV ve AIDS’e ilişkin en doğru, en güncel bilgilerin yer aldığı, HIV pozitiflerin kendi hikâyelerini paylaştığı internet sitemizin ödül alması bizleri çok gururlandırdı. Bu ödülü tüm HIV ile yaşayan bireyler adına alıyor ve tüm sağlık çalışanlarının Tıp Bayramını kutluyorum”

Ödüller Sahiplerini Buldu…

14 Mart Tıp Bayramı Etkinlikleri kapsamında ödüle layık görülenler ise şu şekilde:

  • ‘Üstün Hizmet Ödülü’ dalında 3 bilim insanı ödül kazanmaya hak kazandı. Genel Cerrah Hüseyin Talha Demirağ, Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Çağatay Güler ve Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Hüsrev Hatemi, Sağlık Bakanlığı 2012 14 Mart Tıp Bayramı ‘Üstün Hizmet Ödülü’nün sahibi oldu.
  • Kendi illerinde sağlık çalışmalarına yaptıkları katkı, sağlık hizmetindeki fedakarlıkları ile 81 ilden seçilen doktorlar bu yıl da Sağlık Bakanlığı tarafından ‘Yılın Doktoru’ ödülüne layık görüldü.
  • ‘Yılın Sağlık Çalışanları’ kategorisinde;  Malatya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yaptıkları karaciğer nakillerindeki başarılarından dolayı Prof.Dr. Seza Yıldırım ve Organ Nakli Ekibine ödül verildi. Ödül alan diğer ekip ise gerçekleştirdikleri yüz, rahim, kalp, kol ve diğer nakiller ile Türkiye’nin gündeminde olan Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Ömer Özkan ve nakil ekibi oldu. Aileleri organ bağışına ikna ettikleri için Uşak Devlet Hastanesi’nden iki doktor da ödül aldı. 
  • ‘Yılın Sağlık Çalışanı’ ödülünü ise, Van depremi sırasında yaptıkları çalışmalara istinaden takdir toplayan sağlık çalışanları arasından seçilen 20 personele verildi. 
  • Altın Stetoskop Medya Ödülleri

İnternet Sitesi: Pozitif Yaşam Derneği’nin sitesi (www.pozitifyasam.org)

Film Dalında: Aşk Tesadüfleri Sever

Dizi Dalında: Akasya Durağı dizisi

Sağlık Programı: Sağlıklı Yaşam Programı

Radyo Programı: Mansur El Sabah, Alem FM

Habercilik Dalında: Anadolu Ajansı

Dergi: Medimagazin

POZİTİF YAŞAM DERNEĞİ

Melek Doktor

Uzun süredir aklıma takılan bir konu vardı. Ne yapacağımı veya hangi doktora danışacağımı düşünüyordum. Pozitif olmamla ilgili bir konu olmadığını düşünsem de, danışma ihtiyacı hissediyordum. Bir dostun önerisi üzerine aradığım doktor, daha ilk “alo” deyişi ile, “seni canla başla dinliyorum” imajını vermişti bile… Ve pozitif olduğumu söyleyerek, kendisine gelip gelemeyeceğimi sordum. “Bugün bir ameliyatım var, ama yarın geç olur mu?” diye zaten kabule hazır olduğunu “evet” demeden aktarmıştı bile. “Tamam” dedi, “yarın 13:00’de sizi bekliyorum…” 

Doktor Bey beni kapıda karşıladı. Ve adeta bir psikolog gibi giriş yaparak, öyle bir cesaret ve huzur verdi ki anlatması zor. Ve şikayetimle ilgili muayeneye geçmeden önce, genel olarak beni bir kontrolden geçirdi demeliyim. Ve sonrasında, şikayetimle ilgili olan tüm fizyolojik konuları, onları yöneten istemsel ve istem dışı-otomatik tüm olguları anlattı bana. Gittikçe bir cerrahı değil de, bir dostu görmeye gittim gibi hissettim. Pozitif olmanın, bir çok sağlık sorunundan daha iyi yönetildiğini aktardı. Konuya oldukça hakimdi, seçtiği tüm kelimeler ve söyleyiş biçimi ve vurguları ile. Karşılıklı konuşarak muayeneye devam ettikçe, bana artık arkadaşça bir hitab şeklini seçtiğinde zaten ben de yüzde yüz güvenle dinler olmuştum kendisini. Sorunumun önemli bir şey olmadığını, ancak muayene sonrası kafamızdan bazı soruları silebildiğimizi anlattı.

Kendisine, korkularımdan birinin ola ki bir gün, ameliyet gerektiğinde bunu yaptıramama olduğunu söylediğimde. Yine rahatlatıcı ve destekleyici sözleri ile bir daha kazandı gönlümü. Şaka yapmaktan da geri durmuyordu ve bir yandan da ilgili veya ilgisiz anlattıklarımı dinliyor ve muayeneyi tam bir huzurla geçirmemi sağlıyordu. Yerinde şakaları ile, girişteki tedirginlik ve hüznümü alıp götürmüştü. Demek suratım öyle bir donuktu ki başlangıçta, bir dahaki seferi daha mutlu bir yüzle karşılaşmak istediğini söyledi. Ve sadece bu şartla, yeniden muhabbete hazır olduğunu aktardı destek verici yüz ifadesi ile.

Karşıladığı gibi, yine kapıdan uğurladı beni. Sonrasında iyice rahatlamıştım, içim açılmıştı, kendi kendime düşünürken, gülümsediğimi farkettim. Görenler kim bilir “deli bu!” diyebilirdi de… Ne derlerse desinler diye düşündüm… Hem daha önce bir diş doktoru, hem de bir cerraha pozitif olduğumu söyleyip, böylesine iyi şekilde ayrılmanın güzelliğini yaşadım. Böylesi insanların, hayatı anlamlı kıldığını düşünüyorum şimdi. Doktor olmakla, böyle bir doktor olmak arasındaki farkı gören, böyle bir sağlık meleğine rastlayan biri olarak şanslı ve mutlu hissettim. Böylesi bir davranışın, bu davranış sahiplerini yücelttiğini ve doğal olarak onlara büyük değer yüklediğini söylemek gereksiz sanırım.

Bir şikayet ve şüphe üzerine kendisine gidip, beklenti olarak sadece o konuda standart bir destek alma beklentisindeyken, hem şikeyetimle ilgili soru işaretlerini giderecek kapsamlı tavsiyeler ve tedavi, hem de önemli ve beklentimin üzerinde çok müthiş ve büyük manevi bir tatminle ayrıldım yanından.

Yüzüne de söyledim teşekkürlerimi ama şimdi de söylemek istiyorum;
Sağolasın insan kılığındaki ve doktor ünvanındaki “Melek” Bey!

Fatih Egelioğlu

Acı Portakal…

Çürük bir portakal tadında bir kıştı. Kışları üşütürdü normalde. Bu kış bildiğinden midir nedir, bir de kendisi üzerime geldi üstelik. Bitmeyen bir soğuk, dinmeyen bir kar aldı İstanbul’u… Doğanın bana ve benim gibilere dost olup, isyanını ortaya koyuşuydu belki de… Yaz gelmez oldu… Belki de yaz da, kavurup geçecek… Kış dondurdu deyip, ben de yakacağım diyecek… Ben ve benim gibiler ve daha nice ve farklı em umanlar ise, büyük puntolarla mucize haberlerini beklerler. En sert soğukların, en kavurucu sıcakların birlikte dört nala koştuğu aç umutlar o günü özlemekteler.

İçinde bulunduğum durumu haykırıp, “Ben işte bunun için çok üzgünüm!” diyebilmek bile lüksmüş, bilmezdim… Derdimin ne olduğunu soran en yakın insanlara bile, söyleyememenin ne olduğunu tattıktan sonra…

Benim en büyük üzüntüm, belki böylesi bir sağlık sorununa sahip olmanın yanında, bunu açıkça yaşayamamak aslında. Çünkü, toplum önünde ve o toplumun “yüce değerleri” bağlamında ‘legal’ değil benim ve benim gibi arkadaşların bu problemi… Üzerine medyanın, abartarak, yüreklerimizi acıtarak, bilmeyen ve okumayan insanların gözüne sokarak, tiraj derdi ile verdikleri o haberleri suskun puskun okuma zorunluluğu…

Özel sigortaların reddedişleri, kanınsuzca işten çıkarılışlar… İşten çıkarılırken, yenilen tehditler de cabası… Üstüne üstüne gelerek “Dava edersen, adın gezetelere düşer!” tehditleri işte onlar… Ve sonra hakkını bile arayamayıp, susup, uzuuuun ve ince yollarda, yalnız başına atılan adımların çocukları olmak…

Ailelerin reddettiği insanlara şahit olmak da sonraki adımlarda… Bile bile ve en acı şekilde terkedilmeler bu virüsün ellerine… İşsiz, yemeksiz, ilaçsız ve ailesiz insanları da görmek varmış…

Hayır abartmıyorum…. Ajite etmek, dramatize sözlerle acındırmak niyetinde de değilim… Belki de ben en şanslı insanlardanım, o yalnız yüzlerce insanla karşılaştırıldığında ama söylediklerim gerçek, hatta esik…

Kimin umurunda, Türkiye’nin en büyük şehirlerinden birinde yalnız başına bir barakada yaşayan o kişinin kendini kötü hissetmesi!!! Hayat böyle bir şey… Eğlenecek insanlar çokken, ağlayacak omuz bulmanın zor olduğu ve göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir zaman dilimi… Aynı o acı portakal gibi…

Fatih Egelioğlu

Biz HIV pozitifler hem çalışabilir, hem gezebiliriz… (Bölüm 7 – Son)

Gene mi hastane?

Eve döneli 1 hafta olmuştu ve gidip bir kontrol yaptırdım. Enfeksiyon doktoruma gidip bir göründükten sonra daha o gecesi 04.00 sularında bir Azer Bülbül’lüğüm tuttu ki… Aman aman… Yatakta acaba prizin üzerine mi yattım diye düşündüm. Öyle bir titreme ve üşüme geldi ki… Kalkıp üzerime bir şeyler daha alayım diyorum, kalkamıyorum. Olacak gibi değil, zor zahmet anneme seslendim. Ben hiçbir yerime hâkim olamıyorum, zangır zangırım…

Ailecek toplaştık acile gittik. Nasıl gittiğimi tabii bir ben bilirim. Uykulu gözlerle bana boş boş bakan nöbetçi kadın doktor hemen tahlil istedi, sonucuna göre bir iğne yaptı, ağrı kesici ve antibiyotik yazdı yolladı. 2 gün kullandım, nafile. Hiçbir düzelme yok. Hala ağrılı ve yatak döşeğim. Kalkmak ne mümkün. Tekrar kendi doktorumu aradım, durumu anlattım. “Sonuçları al gel bir göreyim seni” dedi, gittim. Gidiş o gidiş. Kültürümde “dirençli E-coli” üremiş. Yani antibiyotiklere dirençli ciddi bir enfeksiyonmuş! Yahu virüsün kraliçesi bende 🙂 Hiç aşağısı da kurtarmıyor beni…

Doktor hemen yatışımı verdi! “Aha yine beyaz duvarlı hastane odalarında serum damlalarını sayarak eski günleri yad edip nostalji yapacağım” dedim. Servise gittiğimde yer olmadığını, yarın ayarlayana kadar bir gece acilde yatmamı söylediler. “Ben bir eve gidip geleyim” diyorum, “ıııhhhh yok, sen gözümüzün önünde dur, hemen tedavine başlayalım ” diyorlar. “Kaç gün yatarım?” diye sorduğumda “2–3 gün” diyorlar ama ben bunun en az 10 gün olduğunu anlıyorum. Klinik şefi diğer doktorları ile durumumu değerlendirirlerken ben çakmim diye tıbbi terimler kullanıyor ama ben yine ciddi bir şeyler olduğunu anlıyorum. Anlıyorum ama hiiiiç takmıyorum. Nasılsa onlar işini bilir…

Öylece üstümle acile yattım. İlk koluma kanül takarlarken biraz moralim bozuldu. Aradan çok zaman geçmiş ve unutmuşum. Direkt AIDS’in son evresinde 2 ay boyunca kollarıma taktıkları onlarca ve onlarca kanüller geldi aklıma, geçirdiğim o günler. Zormuş! (http://pozitifyasam.org/tr/pozitif-oykuler/artilli-yasam.html)

Annem sonradan bana “o gece acile giderken çok kötü oldum. Seni o halde görünce hasta olduğun zamanların ve o yattığın günler geldi aklıma. Ağlayamadım da…” dedi. Yaşananlardan sadece yatan değil, bakan da çok etkileniyor…

Sabah akşam çift doz çok güçlü serumlu bir ilaç başladılar. Geceyi terleyerek ve ateşler basarak geçirdim. Ertesi gün bana serviste yer olmadığını (!) serumlarımı evde takip taktıramayacağımı daha doğrusu  başka seçenek olmadığını söylediler (Heeyyy gidi canım memleketim) Hastanelerde ciddi iyileşmeler gözlemliyorum ama sağlık hizmetlerinde hala çoookkk eksikler var. Mesela acilde hiçbir hemşirenin elinde eldiven yok. Bu konuya çok takığım. Malzeme yok diyemezler, var. Ama onlarda bu alışkanlık yok!

Velhasıl Hindistan gezimden kazancım; yeni bir kültürde insanlar tanımak, başka coğrafyalarda tarihi ve kutsal yerler görmek, havalı bir enfeksiyon ile 15 gün yatmak ve 3 kilo olarak geri döndü.

Birçok ülke ve şehir gezdim; hiç biri Hindistan’ın yerini tutmuyor. Çok özlüyorum oraları…

Bu yıl sırtıma çantamı takıp yine Doğu’ye gezi planı yapıyorum…

Yolum açık olsun…

Sevgi Yılmaz

Biz HIV pozitifler hem çalışabilir, hem gezebiliriz… (Bölüm 6)

Dubai’de Polislik oldum…

Sabah 06.30 ta “Allahhuu ekberrrr” uçuş anonslarından sonra Sharjah (Birleşik Arap Emirlikleri) havaalanına ayak başım. Aya ayak basmak gibiydi benim için. Bu havaalanı Dubai’ye 13 km uzaklıkta olduğundan dönüşte 1 günlük vize ile Dubai‘yi gezmeyi planlamıştım. Büyük sırt çantamı transit yolcu olduğum için İstanbul’da alacaktım, o yüküm de yoktu. Akşam 21.30’da dönüş uçağım vardı ve 19.00 gibi tekrar havaalanında olmam gerekiyordu.

2 saat oturduktan sonra “eh vizemi alayım da artık gidim gezim bari” dedim. O anda zırt diye hemen vizeyi vereceklerini sanıyordum. Başvuru yerine gittim derdimi anlattım “vize veremeyiz” demezler mi? Gerekçelerini sordum; zamanım azmış. Hiiyyyeeyytttt bana vize vermeyecek ülke tanımam!

Hemen turist bölümünde soluğu aldım ve yüzümde acıklı bir ifade ile vize bölümünü ispiyonladım. “12 küsur saat burada nasıl zaman geçer? Çok uzun. Akşamüzeri burada olabilecek kadar zamanım var ve rahat rahat yetişirim” dedim. Oradaki kız benimle tekrar vize bölümüne geldi ve ilgilendi. Normalde vizenin çıkması 3 saati bulurmuş. Gidip benim için vize bölümüyle de konuştu ve yarım saatte almamı sağladı. Gerçekten ballıyım.  Nereleri, nasıl gezebileceğimi de ondan öğrendim.

Hindistan’a ilk gelişte de bu havaalanına 2 Sırp kızla tanışmıştık. Onlar Sri Lanka’ya gidiyorlardı. Ben tam vizeyi alabilmek için elimdeki doları dirheme çevirmeye gidiyordum ki bu kızları gördüm. “Hey kızlar ne yapıyorsunuz? Nasıl geçti Sri Lanka?” diye konuşmaya başladım. “Ben Dubai’yi gezmek için vize almaya gidiyorum” dediğimde, kız, “Aaa bizde vize aldık, bizde gidiyoruz. Birlikte gidelim masrafları bölüşürüz” demez mi! Allaahhhh 2 göz.

İşlemleri hallettik ve çıktık. Kızlar birkaç kişiden görüş aldılar.13 km’lik yere direk otobüs olmadığından taksi tutmamız gerekiyormuş. Direk havaalanından değil ana caddeden taksiye binmemizi ve Fisch Bazaar’in oraya kadar gitmemizi, sonrasında otobüslerle daha rahat gidebileceğimizi söylediler. Biz 3’ü bir arada nescafe kızlar modunda ana caddeye kadar yürüdük. Taksi falan yok, geçmiyor. Kızlardan biri “zaman az, Bazzar’in oraya kadar otostop çekelim” dedi. Hıgg mıgg derken elini uzatmasıyla birinin durması bir oldu. Yardımsever Arap abi bizi arabasına aldı. Daha aracını 2. vitese takamadan önümüzü başka bir araba kesti. Ne olduğunu anlamaya çalışırken öndeki son derece lüks arabadan bembeyaz uzun Arap kıyafetli, kafasında masa örtüsü desenli, kırmızı beyaz piti kareli ve onu tepesinde çevreleyen siyah kordonu olan bir adam indi. Yaylana yaylana ve gözlerindeki kocaman Ray-Ban gözlüklerini yüzüne oturtarak ön cama yaklaştı “ehliyetini ver, siz de pasaportlarınızı” dedi. Tıırrtt biz hemen araçtan indik.

Adam kaportanın üzerine koyduğu koçanlı bir deftere sürücünün bilgilerini yazmaya başladı. Arap abinin yüzü Ajda Pekkan’i bile geçti. Feci ötesi gergindi! Bizse bir o kadar rahattık. Sanki tepemizden aşağı kaynar suyu boşaltmışlar ve biz 3’ü bir arada  olarak aromalanıyorduk. Kızlardan kahve olan “ne bilelim sizin polis olduğunuzu, kimliğinizi gösterin, yoksa pasaportumu vermem” dedi. Yaylı sistem polis gitti aracından kimliğini getirdi ve gösterdi: “Dubai Police!…” Hııgg! Memnun olduk.

Ajda abi, ay pardon Arap abi arada bir şeyler söylemeye yelteniyor ama polis konuşturmuyordu bile. Cebinden bir tomar ehliyet çıkartıp gösterdi. Hepten susa kaldı.

Bu ceza yazma işlemleri sırasında bende cool polisin o bembeyaz, uzun etekli, uzun kollu, zımba gibi ütülü kıyafetini, başını nasıl sarıp sarmaladığını inceliyordum. Arada da “şimdi bu bizi alıp karakola götürürse acaba kaç saatte çıkarız? Tühh ya daha Dubai’yi gezeceğiz. Aaa bu neyse de akşam 19.00 havaalanında olmamız lazım, uçak kaçacak. Hadi kaçtığı da bir şey değil, sevdiğim beni karşılamaya gelecekti!” diye düşünürken, yine gözüm uzun eteklerine ilişiyor “yaa bu adam trende tuvalete gitse kesin eteklerini ıslatır” diye düşüncelere dalıyordum.

Estetik ameliyatı tamamlanan ve yüzünde zerre mimik ve kırışık kalmayan Arap abi arabasına bindi gitti. Polis bize ciddi bir yüz ifadesi ile: “Sizin açınızdan sorun yok, bu adamın bu yol üzerinde durmaması gerekiyor. Tanıyor musunuz? Yok. Hem siz niye araba çeviriyorsunuz? Taksiye binsenize” diye söylenmeye başladı. Kızlardan ağzı iyi laf yapan kahve, aldı sazı eline “İşte buranın para birimi bizimkinden çok yüksekte, biz öğrenciyiz de, tatilimizin son günü de… diye tellere basmaya başladı. (Telgrafın tellerine Araplar miii konnaarrr)

Kız bir anda “bizi siz götürsenize” dedi. “Çüşş deve” diyeceğim, oralarda develerde çoktur. O anda bizim cool polisin o zımba gibi elbisesi daha esnek durmaya, başındaki masa örtüsü uzak çöllerin esintileri ile dalgalanmaya başladı. Omuzlar geriye atıldı ve yaylanarak “Çalışıyorum, iş başındayım, yoksa seve seve bırakırdım” dedi gülümseyerek.

Sonra yoldan bir taksi çevirdi. Biz 3 kız; kahve, krema ve şeker olarak (tahmin ettiğiniz gibi şeker olanı benim) arka koltuğa yan yana dizildik. Tam o arada bizim gözler yine fal taşı gibi açıldı. Çünkü polis kabarık cüzdanını çıkardı ve taksinin parasını peşin ödedi. Şoföre de  “Yallah” diyerek bizi uğurladı.

Bu kadar centilmenlik karşısında filtre kahve kıvamındaydık artık. Teşekkür ettik ve Dubai çıkartmamız için yola koyulduk. Bol bol gezdik ve fotoğraf çekildik. Akşam da tam saatinde havaalanına döndük. Hatta  girmeden önce çimenlerin üzerinde kendimize 3’ü bir arada soğuk kahve bile yapıp içtik. Kızlar çok tatlıydılar. İkisi de öğretmenmiş. (Güya örgenciydiler) bir Dubai’yi gezdik geldik mezun oldular,  mesleğe bile atıldılar.

Artık dönüyorum…

Dubai çok güzel, temiz, düzenli bir ülkeydi. Mimarlık harikaları ile maket bir şehir gibiydi. Şahsen tekrar gitmek için beni cezbetmez. Çok pahalı bir yer. Aşırı bir lüks ve düzen. Kısacası, bana çok duygusuz geldi. Hindistan’dan sonra çok değişik geldiği kesin, ancak Hindistan’ı daha samimi ve eşsiz buldum.

Yine “yahu Sevgi bu kadar gezmeye nereden para buluyorsun? Deyişinize cevap: 1 günlük Dubai gezimin maliyeti: vize, şehir içi tüm ulaşımlar – gezmeler, yemek içinde 56$’ tuttu. Eee tabi taksileri polisler öderse J Hindistan zaten akıl ötesi ucuzdu. 1,5 YTL’ ye tıka basa doyuyorsunuz. 5 km kadar yolu rikşa ile 2 YTL’ ye gidiyorsunuz. Beleşşş…

Ofis arkadaşlarım kendimi bulduğumu söylüyor. Şalvar giymeye başladım, çok rahat… Hintli kadınlar gibi bende iki kaşımın ortasına yuvarlak renkler yapıştırdım hep. Döndüğümden beri de küçüklerini yapıştırıyorum. Hemen her ortama ayak uydurabiliyor olmamı seviyorum…

2 hafta hep kara kara insanları görmek yetti gayri. İstanbul’a indiğimde akça pakça milletimiz iyi geldi, içim açıldı. Daha önce Madrid’den döndüğümde İstanbul’un her yerine burun büküyordum (ukalalalık işte) Ama şimdi “Allah’ım ben cennette yaşıyormuşum” dedim. Ne trafik var, ne korna sesi, ne de balgam atma konserleri.

Asla yapmam – yemem dediğim şeyleri yapan ve yiyen Burjuva ruhlu halk kızı Sevgi oldum oralarda.

Olmamak gerekirmiş meğer. Seyahat dönüşü bir check-up yaptırmak amacıyla Enfeksiyon doktoruma gittim. Döneli 1 hafta olmuştu ve geldiğimden beri böbrek kısımlarımda ağrı gibi bir dolgunluk vardı. Sürekli kapalı su satın alıp içmiştim. Sanırım kutsal yerlerde sadece çorapla gezmekten ayaklarımı iyice üşüttüm ve 2 yılda bir olduğum gibi sistit (idrar yolu enfeksiyonu) oldum dedim. Doktorum benden tam idrar kültürü, biyokimya, sedimantasyon… vs istedi. Sonuçlarım 2 gün sonra öğleden sonra çıkacaktı.

Sevgi Yılmaz