HIV Pozitif Hayatın Günlüğü

Archive for Temmuz, 2011

Kıvanç

Tanıyı aldığım gün cuma olduğundan o halde eve geldim ve tüm gece internette araştırma yaptım belki çaresi vardır. Çok pahalıda olsa dünyanın diğer ucunda bile olsa bir şekilde yaparım ederim ulaşırdım tedaviye. Gerekirse kapı kapı gezer dilenir dünyanın öbür ucuna gider çok riskli olsa bir ameliyat geçirir ve kurtulurum HIV Pozitif olmaktan kurtulurum diyordum. Tabi bunları o acıyla ve HIV hakkında bir şey bilmeden düşünüyordum ve internette de şuursuzca geziniyordum. Gözlerimi Kırpmadan tüm gece nerde HIV pozitif hasta var nerde AIDS ölen var ilaçlar nasıl Türkiye’de HIV Pozitif olmak nasıl gibi konuları araştırırken keşfettim Pozitif Yaşam Derneği’nin internet sitesini.

Sabaha kadar okudum yazılanları ve çölde su bulmuş gibi sevindim.

Elime aldım telefonu tam 2 gün boyunca. Pazartesi 10.00’a kadar sürekli denedim. Acıdan uyuyamadığım için elimde telefon sızıyordum bazen. Belki biri derneğe gelmiştir hafta sonu deyip belki biri açar deyip arıyordum sürekli. ilk açan kişiye de hıçkıra hıçkıra ağlardım muhtemelen.

Pazartesi tanıyı aldığım hastanenin klinik şefi olan zat-ı muhteremin odasında soluğu aldım ve ağzından kerpetenle laf aldım adamın resmen.bana ömür bile biçti!!! Kötü olan ruh halim iyice yerlerdeydi ve git öldür ulan kendimi dedim hayatımda ilk defa…

Kapıdan çıktım ve hafta sonu araya girdiğinden 2 gündür arayıp ulaşamadığım Pozitif Yaşam’ı aradım.(numara  2,5 yıl geçmiş olmasına rağmen hala ezberimdedir) Telefonu biri açtı ve ben direkt ağlayarak başladım anlatmaya. Pozitif olduğumu öğrendim dememle beraber hıçkırıklarım başladı ve telefondaki ses bana şunu dedi;

“Öncelikle şunu bilin: ÖLMEYECEKSİNİZ, TEDAVİSİ VAR”

“Nerdesiniz? Hemen buraya gelin yüz yüze konuşalım”

Ben soluğu Pozitif Yaşam Derneği’nde aldım ve kapıyı çaldım. Kapıyı bana gayet güler yüzlü biri açtı ve suratımdan anlamışçasına beni aldı oturttu sırtımı sıvazladı ne içmek istediğimi sordu dinlenmemi söyledi. Daha sonra ben başımdan geçenleri anlatmak istedim ve “istersen gel şu odada konuşalım” dedi.

Orada çalışıyor muydu yoksa gönüllü müydü yoksa benim gibi destek almak amaçlımı gelmişti bilmiyordum ama çokta önemli değildi. Odada belki 1 belki 1,5 saat kâh ağlayarak kâh gülerek anlattım her şeyi. Sonra bana HIV/AIDS hakkında bilgi verdi ve şuan için bilmem gerekenleri ve yapmak gerekenleri güzelce anlattı. Beni kesmemişti konuşmanın sonuna doğru ben, “iyi tamam da ben bunları nerden bileyim benim görmem lazım HIV ile yaşayan birini sağlıklı olduğunu görmem lazım ki inanayım” dedim.

O sırada karşımdaki güler yüzlü adam ayağa kalktı ve “merhaba ben kıvanç birkaç yıldır HIV ile yaşıyorum ve çok sağlıklıyım işte bunlarda kullandığım ilaçlar” deyip cebinden çıkardığı ilaç kutusunu bana gösterdi.

Ben orda bir kere daha şok olmuştum. Adam karşımda kanlı canlı kıpır kıpır duruyordu yolda görsem ihtimal vermezdim gayette sağlıklı görünüyordu ama yıllardır HIV ile yaşıyormuş. Yalan yok orada ilk kez içime serin bir su serpildi.

Deniz Türk

Sevdiceğime itiraf…

Öyle bir damga vurdun ki hayatıma izlerin hala bazen hatırlanınca gülümsetecek bir espri, dinlenince efkarlanacak şarkı bazen de kızgınlığım ve hayal kırıklığımı aklıma getirecek bir kalp acısı.

Sana itiraf etmek istediklerimi yıllarca rüyalarımda gördüm. Ben sana içimdeki yangını, beni eriyip bitiren o ulvi, tertemiz aşkı sana itiraf ediyordum. Sen de neden yıllarca gizledin ki bende sana karşı bunları hissediyorum diyordun.

1–2 saniyede olsa, rüyada olsa hayalimi rüyalarımda gerçekleştirmiş oluyordum. Aşk mı? Acı mı? Saplantı mı? Neydi bilmiyorum bunu ayırt etmek o kadar zor ki ama ben kendimi bırakıp senin için yaşamaya başlamıştım vakti zamanında.

Bunu da öyle 1–2 ay değil yıllarca yaptım. Aslında şimdi düşünüyorum da dışarıdan görünen muhteşem dostluğumuzu aslında ben tırnaklarımla emek emek yapmışım. Yani biz arkadaş dost olmamışız ben seninle arkadaş olabilmek için dost olabilmek için çırpınmışım ve senin kalbini bir dost olarak kazanmışım.

Görünürde dosttuk kardeştik belki ama sen benim için dostun arkadaşın hatta kardeşin yanında bambaşka bir şeydin. Nereye koyacağımı bile bilemedim yıllarca. Aradığında yüzüm gülerdi ismini okuyunca ekranda. Aramız bozuk olunca yemeden içmeden kesilecek kadar üzgün olurdum. Sırf daha çok vakit geçirelim diye senin sevdiğin şeyleri yapmaya çalışmak için tavla öğrenmişim. İtiraf edeyim; senin kopyayla yakalan benim ciğerimi yaktığı için başına bir şey gelirde bir daha göremem korkusuyla senden evvel fırladım gittim açıkladım yalvardım hocaya. Ortak bir içecek alıp içtiğimizde  bardağında dudağının değdiği yerden içmek isterdim yaptım da…

Senin çamaşırlarını makineye atarken koklayıp atardım sapık olduğum ya da hasta ruhlu olduğum için değil ter kokunun bile bana güzel geldiği için…

Beni tek görenlerin “Aaa ikizin nerde ayrısınız hayrola?” gibi esprilerine içten içe sevinirdim. Bu tür şeyler sana da yapılıyordu biliyorum. Amacımdan sapmıştım bir dönem.

İşte aşk böyle bir şeymiş amacından saptıran dünyada bir tek o varmış gibi yaşatan bir hissiyat.

Ailenin dayının, teyzenin, dedenin, halanın beni sevmesi her görüşlerinde senden farksız davranmaları aile gibi olmamız beni her zaman gururlandırdı. Annenin “Sen de benim bir evladımsın üç çocuğum var artık” demesi beni çok mutlu etse de içten içe sana kardeşten öte beslediğim şeyleri zihnime getirince utandım kendimden. Ben senin arkadaşlığını kardeşliğini daha çok sevdim kaybetmemek içinde yıllarca sana karşı olan hissiyatımı belli etmedim. Çünkü seni mecburmuşçasına seviyordum. Senin olduğun zamanlar yüzümde gönlümde gülerdi. Seni öylesi seviyordum ki, ona bir şey olsa ne yaparım diye düşünürdüm kendi kendime. Ölürdüm, hayattan kopardım… Kaza geçirip tekerlekli sandalyeye muhtaç olsa her gün gidip onu görürüm her istediği yere götürürüm diyordum kendi kendime, yatalak olsa altından bile alırım canla başla bakarım diyordum…

Seni kaybettiğimi düşündükçe de suratım kızarır ateş basardı ve gözlerim dolardı. O mezarı her gün ziyaret eder o toprağa yatardım diyordum… Ben bunları düşünüp ona gelecek bana gelsin ALLAHIM derdim. Sana bir şey olursa çekeceğim acıyı düşünürken bana bir şey oldu.

HIV ile enfekte olmuştum ve ölüm korkusunu yaşadım hastanede ölümü bekleyerek. Hastalığım ilerlemiş AIDS safhasına gelmiştim. Ölebilirdim.

Hastanede hep seni düşündüm bir gelse bir beni görse dedim, gelmedin…

Korktun, tırstın…

Kendine göre bahaneler buldun elini eteğini çektin, bir geçmiş olsun bile demedin demediğin gibide beni o şuursuz sözlerinle mahvettin.

Ben seni öylesi sevdim ki kendimi unuttum kendimi… Varsa yoksa sendin eskiden…

Can öyle bir tatlıymış ki ben hastanede kaldığım 3–5 günde bile gözüm kapıda bekledim. Açacağın bir telefon benim iyileşme sürecimi çok daha hızlandırırdı ama sen yapmadın. Gün oldu devran döndü işte…

Şimdi o günleri atlatalı 2,5 sene geçti ve seni sadece rüyalarımda görüyorum artık. Şarkı dinledikçe aklıma geliyorsun bazen, evinin yakınlarından geçtikçe hatırlıyorum gözüm ister istemez bakınıyor etrafa görür müyüm diye. Tek bir resmin bile yok bende artık. Sen yaptığın korkaklıkla resme bakıp özlenmeyi bile hak etmiyorsun nazarımda artık.

Şimdi emin ol senden bile çok daha sağlıklıyım. Senin için dondurduğum hayatıma kaldığım yerden devam ettim hatta en başından başladım. Okulum bitti, işimi buldum ve şuan sen evde o şirkete bu şirkete CV gönderken ben ikinci terfimi almaya hazırlanıyorum. Bunların hepsini ortak arkadaşlarımızdan öğrenmişsin zaten. Haberleri bana geliyor. Başarılarımla gurur duyuyormuşsun, ben senin en iyi arkadaşınmışım vakti zamanında, hayatında benle yaşadığın samimiyeti kimseyle yaşamamışsın, çalışkanmışım başarıma şaşırmamışsın. Sağlığımın yerinde olmasına da çok sevinmişsin… Teşekkür ederim.

Ben senle utanç duyuyorum ama. Şuan yolda seni görsem merhaba desen konuşmak istesen birine benzettiniz der geçer giderim, telefonum çalsa arayan sen olsan yanlış numara der kapatırım. Bunları seni özlemediğim için değil, hak etmediğin için yaparım. Yüreğim yangın yeri gibi şuan.

Dün yine rüyamdaydın.

Anneni çok özlüyorum çünkü bana hakkı çok geçti.

Sen, benim  dostluğumu, kardeşliğimi, aşkımı, hastalığımı, sırrımı bilmeyi hak etmeyecek kadar korkak ve tırsak bir insansın.

Benim hayatımda sağlığımda işimde gücümde her şeyimde yolunda çok şükür sen kendi derdine kendi kaybettiklerine yan!

*** Sevgili okuyucular, yurtdışında tatilde olduğumdan ve 1–2 hafta içinde  geçireceğim  ciddi bir tıbbı bir operasyon olduğundan uzun süre yazı yazamadım ve sanırım bu sıralar çok sık yazamayacağım. Affınıza Sığınıyorum.

Deniz Türk

Sevgi ile tanışmak…

Tahmin ettiğim kadar fırtınalar çıkmadı ya da dünya başıma yıkılmadı birisine HIV pozitifim dediğimde. Pek tabi ki tam terside olabilirdi ama hazırlıklıydım her şeye.

İlk adımı attıktan sonra yürümek kolaydır derler, aynen de öyle oldu. İlk adımı attım ve yaşadığımın normal bir durum olduğunu anlatmak için anormal hallere girmem gerekmediğine karar verdim.  Şimdi bir liste yapıp hayatımda var olan insanları elemeye başlasam kaç kişi kalacak diye de düşünmüyor değilim.  Mesela kendisinden haz etmediğim süpervizörümüze hey ne haber  geçen gün bir test yaptırdım sonucu pozitif çıktı inanamadım AIDS olmuşum yahu desem ne yapardı acaba : ))))

“Bir gün gelecek şu an senin o güzel gözlerini nemlendiren bu durum eğlenmeni sağlayacak bir duruma dönüşecek. İnan bana bunun üzerine yeni şakalar icat edip esprisini bile yapacaksın. Biraz zaman lazım sadece” demişti ilk görüşmemizde Sevgi Yılmaz. Kendi kendime gülümserken birden o ana döndüm dernekte bir  danışmanlık randevusu sırasında yahoo grupta yazılarını okuduğum Sevgi Yılmaz ile yüz yüze gelecektim.

Yahoo grupta yazdıkları, anlattıkları, başından geçen olaylara ilişin yorumları okuyarak tanımış, hatta bir kaç yazısına da yorum yaptığım aslında varlığından bile emin olmadığım Sevgi Yılmaz ile görüşecektim. Gruba yazdığı yazılardaki komik noktalar, günlük olaylara yaptığı neşeli  yorumlar ve birde gidip gezdiği yerlerde fotoğraflar çekip bu fotoğraflara neredeyse yediği tüm yemek öğünlerinin fotoğrafını da ekleyen birisi nasıl hayal edilirse bende onu öyle hayal etmiştim. Tıbbi danışmanlık randevusunu bekliyordum salonda. Bir den kapı açıldı; Çıtı, pıtı esmer ince belli (o zamanlar öyleydi şimdi az biraz balık etli denebilir) uzun siyah saçları omuzlarında birisi girdi. Çok mahcup bir sesle “Çok özür dilerim boş sanmıştım toplantı odamız normalde burası toplantımız başlamadan bir düzenini kontrol edeyim istedim” dedi. Ses tonu, konuşurken gülen gözleri, tane tane anlaşılır konuşması ve güzelliği şaşırttı beni. O şaşkınlıkla sorun değil buyurun tabii ki yardımım olursa sevinirim dedim. “Süper olur şimdi şu sandalyeleri şu tarafa alsak diyorum masayı da biraz çekersek oldu bitti. Ay kusura bakma burada işler böyle her gelen bir işin ucundan tutunca daha bir keyifli oluyor ayyy görüyor musun bir merhaba dedin borçlu çıktın” deyip kahkahayı bastı. Bende onun enerjisiyle gülmeye başladım. Gülüşmelerimiz nihayet durdu ve “Ben Sevgi bu arda hoş geldin” dedi.  Ben henüz adımı bile söylemeden Sevgi sen misin deyip direk sarıldım. Sanırım genelde hep aynı tepkiyle yaşanıyor ilk tanışmaları şaşırmadı oda bana sarıldı ve sen kimsin bakalım dedi sırıtarak. Kıvanç ben dedim… Biraz karamsar ve üzgün bir biçimde. “Ayyy evet şu sürekli ah ne olacak vah ne olacak amanda ne yapsam diye panik panik yazan Kıvançsın sen dedi yine tebessüm ederek” Elimden tutup oturttu masaya. Kendiside karşıma oturdu. Bak görüyorsun beni HIV ile 4. Yılımı geride bırakıyorum yani mailde sorduğun, meraklandığın, tedirgin olduğun hiç birey olmayacak.

Tabi ki bunu sağlayacak olan sensin kontrollerini aksatmaz, kendine dikkat eder ilaç başlaman gerektiğinde ilaçlarını kullanırsan hayat aynen devam edecek” dedi. Sonra takıldığını ilk zamanda herkesin bu gibi hisleri yaşadığını kendisinin de aynı hisleri yaşadığını ama bir zaman sonra alıştığını alışacağımızı söyledi. Ekledi “Bir gün gelecek şu an senin o güzel gözlerini nemlendiren bu durum eğlenmeni sağlayacak bir duruma dönüşecek. İnan bana bunun üzerine yeni şakalar icat edip esprisini bile yapacaksın. Biraz zaman lazım sadece” diyerek tekrar omzumu sıvazladı. Nedendir bilemem bir ağlamaklı hal oluştu bende sevinçten mi, mutluluktan mı, heyecandan mı bugün bile o ağlamaklı halimin nedenini bulamam. Sevgi’ ye hayran olmamak mümkün değildi. HIV ile nasıl tanıştığını, evliliğini, kızını ve şu an hayatında olan ilişkisini çekinmeden o kadar büyük bir samimiyetle paylaşıyordu, o paylaştıkça benim ağlamaklı halim gidiyor, en olumsuz anlarda bile bir espri ile anlattığı kötü anı gülümsemenize neden olabilecek bir nükteye çevirebiliyordu. Derneğe daha sık gelmem için bir nedenim daha olmuştu.

Tanıştığımız ilk günden bu yana benim için özel bir yanı olmuştur Sevgi’nin. Hala birçok özel ve kimsenin bilmediği sırlarım ondadır mesela. Bilirim ki onda da kalacaktır. Sevgi formunda hayata gönderilmiş insanlar çok bulunmuyor. Dilerim herkesin bir sevgilisi bir de Sevgisi vardır.

Kıvaç Er

“Tak da yap”

Pozitif Yaşam Derneği’ni kurmuş ancak henüz bir merkez edinmemiştik. Bu dönemde İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı – Kadın Kapısı toplantılarımızı yapmamız için bize ofisini açmıştı. Ve biz de Pozitif Yaşam Derneği olarak burada eğitimler alıyor ve bir araya geliyorduk. Ve bir eğitim sonrası yaşadığım olayı hala unutamıyorum;

Eğitim çıkışı kızımı eve bırakacak vaktim olmadığı için onu da toplantıya yanımda götürmem gerekmişti.

Garibim toplantılarımızı yaptığımız ofisin  duvarında asılı olan prezervatif kullanımı anlatan “tak da yap” posterine takılmış durumdaydı.

“Annneee bu ne ya?” diye geldi kulağıma fısıldadı.  Başka bir panoda asılı olan haberleri okumuş “Türkiye’de bilmem kaç bin insan sex yapıyor, işte bilmem kaç bin sex işçisi var” gibi haberlere gözü takılmış…

Sabah kahvaltıda ananesine gördüklerini anlatıyordu. Aralarında geçen konuşmalar:

Kızım : Ayyy annane duvarda bi resim vardı, takta yap falan yazıyoodu.

Anane : Neyi takıp yapacaklar?

Kızım : Ayy annane hani okey falan var ya, numaralı.

Annem : Okey taşları mı?

Kızım : Ne okeyi annene yaaaaa, onlardan değil. Hani reklamları da var, okey – ekstrası falan da var. Bize okulda hep anlattılar onları.

Annem : Haaaaa anladım. Evet sağlık için gerekli onlar.

Ben gülmekten yerlerdeyim…

Çocukların cinsellikle ilgili bir şey ile karşılaşınca verdiği tepkilere bayılıyorum

– – – – – – – – – – – – –

Kızım zaten biz toplantımızı yaparken bilgisayarda oyun oynadı. Oraya odaklandığı için dünyadan kopmuştur ve bize pek de kulak vermemiştir diye rahattım.

Toplantıdaki arkadaşlarım bana “kızın biliyor mu ?” diye sordular. “Hayır kızım bilmiyor” Toplantı sırasında “AIDS” lafı sık sık geçti tabii. Ama yanımda götürmemde mahsur görmedim, çünkü olan bitenin, dünyada bunların olduğunu ve bu tür sağlık konularına da uzak kalmasını istemiyorum. Bilgili ve bilinçli olsun. Göz açıp kapayıncaya kadar iyice büyüyecek ve ilerde bir gün genç bir kadın olacak.

Bizim amacımız zaten insanları ve toplumu bu konuda bilinçlendirmek, ön yargıları kırmak değil mi? İşte bende dolaylı yoldan kızımın bilinçlenmesini sağlıyorum. 13 yaşında. Önümüzdeki yıl liseye gidecek ve ben o zaman biraz daha ciddi bir şekilde karşıma alıp ona anlatacağım. Hatta UNAIDS’in eğitim CD’sini izletip, konuyu iyice kavramasını sağlayacağım.

Bana bir tek eve geldiğimizde “Anne kimi hapishanede hücreye kapatmışlar?” diye sordu ve bunu onlara yapanlara çok kızdığını söyledi. Bende “işte kızım bizim işimiz bu. Böyle yardıma ihtiyacı olan, bazı hastalıklara sahip, yeteri kadar sağlık hizmeti alamayan ve mağdur edilen insanların haklarını korumak / savunmak için çalışıyoruz” dedim. Artık evde de çevremde de bu tür konuları çok daha rahatlıkla konuşuyorum çünkü bu amacı edinmiş bir dernek üyesiyim.

Biz görünür oldukça ve kendi haklarımızı savundukça bu dünya değişecek…

Güzelleşecek…

Sevgi Yılmaz

Mutsuzluk mu? Hani nerede?

Sevgili okuyucular,

Tam olarak 6 ayı geride bıraktık. Bu süre içerisinde bizi takip eden, mailleri ile bize ulaşan tüm okuyucularımıza çok teşekkür ederiz.

Pozitif Günlük yayına ilk başladığında birçok okuyucu sitemizin bir çeşit “yakınma” yeri olacağını düşündü. Depresif bir yayın çizgisi izleyeceğimizi, öykülerimiz ile insanların içini acıtacağımızı varsaydı…

Ne de olsa HIV/AIDS ile yaşayan insanların olumsuz bir hayatları vardı…

Ancak bugün geldiğimiz noktada insanlara sadece mutluluk ve bilgi veren bir site olarak biliniyoruz. Yaşama azmi, hayata tutunma ve mutluluk aslında bu sitenin vazgeçilmezleri oldu. Okuyucular bu sitede güç bulduklarını, yazarlarımızın pozitif bakış açılarına hayran olduklarını yazdı bize.

Burada aslında en önemli önyargılardan birini kırdık hep beraber. O da, HIV/AIDS ile yaşayan insanların mutsuz, acı çeken ve kötü bir hayat yaşayan insanlar olduğuydu.

Kısa bir tanı alma sürecinden sonra yazarlarımızın hayata tutunma azimleri ile nasıl iş bulduklarına, hayatlarını nasıl düzene koyduklarına, çalışıp bir şeyler üretmeye başladıklarına tanık olduk. Ve işin güzel yanı ilerleyen günlerde daha da güzel olaylara bu siteden hep beraber tanık olacağız.

Bizim de amacımız başlarken temel olarak buydu zaten. HIV/AIDS ile yaşayan insanların aslında mutlu bir hayat sürebileceğini göstermek.

Pozitif dünya bildiğiniz gibi değil…

Sevgilerimizle,

Okan Aksu – Editör

Din Kültürü ve Meteoroloji



Kızım 7 yaşlarındayken bir gün oturmuş muhabbet ediyorduk. Din dersinden, Tanrı’dan, peygamberlerden, Kur-an’ı Kerim’den konuşuyorduk. Bana aklına takılan ve mantığına yediremediği soruları soruyordu:

–        Kur-an havadan nasıl inmiş? Uçuşmuş mu?

–        Bu kitap çok mu büyükmüş?

–        Havva ile Adem nerede kavuşmuş?

–        O zaman binalar da mı yokmuş?

–        Dünya düz arazi miydi?

–        Kaç tane peygamber var?

–        Nasıl, nerelerinden  anlıyorlar peygamber olduklarını?

–        Niye 21 tane peygamber var?

Ben de bildiğim kadarıyla her bir sorusunu yanıtlamaya çalıştım. Benim de cevabını veremediklerim için;  ‘Birçok sorunun cevabını biz bilemeyiz. Allah bizlere sınırlı akıl vermiş, ötesine kimsenin aklı ermez’ dedim.

Vee beni gülmekten yerlere yatıran, karnıma ağrılar sokacak kadar kahkaha atmama sebep olan sorusu:

–       Eeee 22. peygamber ne zaman gelecekmiş? Meteoroloji bu işlerden anlamaz mı? Allah da yukarıda ya… Bir irtibatları yok mu?

Canım yaaa o kadar ciddi bir yüz ifadesiyle sordu ki bana. Yürüttüğü mantığa hayran oldum. Sonra ikimiz birlikte çok güldük. “Ne bilim yaa karın – yağmurun yağacağını biliyorlar ya, o işleri de bilirler diye düşündüm” diyor 🙂

Sevgi Yılmaz

Güç Bende Artık

Evet bugün tamami ile farklı bir gün geçirdim. İlk defa beni tanıyan seven ve saygı duyduğunu düşündüğüm bir kişiyle HIV pozitif olmak ve HIV pozitif olmam üzerine konuşacaktım. Bu tahmin ettiğiniz kadar kolay olmuyor. Akşam iş çıkışı yapacağım görüşmenin bütün merakı, heycanı ve sitresi ile başladım güne…

Her zaman Sabah 06:30 da kalkarak yetiştiğim iş yeri servisini beklediğim yere saat 06:00 da ulaştım. Sadece yarım saat öncesinde giderek servis beklediğim yer bambaşka bir yermiş. Tahminimce Anadolu’nun  bir köyünden  “İstanbul’ un taşı toprağı altın” feslfesi ile bu şehre gelmiş bir ailenin geçimini sağlamak için sabahları açtığı pohoça tezgahını gördüm. “Kendi elcazlarımla sıcak sıcak yaptım sabahtan buyrun buyrun” diye seslenen kadının sesine kayıstsız kalmak imkansızdı. İki tane vermesini rica ettim. Buharı üzerinden havaya buram buram yükselen pohoçalardan iki tane gözle görülmeyecek bir hızda sararak bana verdim. Parasını ödedim 20 kuruş olmadığı için 1.30 TL ödedim. “Sağlık olsun evladım” dedi tatlı tatlı gülümseyerek. Sağlık olsun bakalım dedim içimden ve pohoçaları aldım.

Sadece her zaman  bulunduğum yere 30 dk. Erken giderek senelerdir sürekli gittiğim yerde böyle bir teyzenin varlığını keşfettim. Pohoçaların lezzetli tadını duyumsayarak yerken, akşam Selçuk Bey ile yapacağım görüşmeyi kurgulamaya başladım kaç bininci kez bilmiyorum. Keşfettiğim sıcak pohoçalar gibi Selçuk Bey’ de yıllardır birlikte çalıştığı Kıvanç’ ın başka bir halini keşfedekçi akşam saatlerinde.

Farklı başlayan sabahla, ,iş yerinde geçirdiğim mesaide farklılaştı. Tüm yoğunluğa rağmen gayet sakin sakin çalışıp bir yandan da akşam ki görüşmenin mizansanleri, replikleri ile ilgili kurgular yapmaya devam ediyordu beynim. Tüm günü tamamladıktan sonra saat 19:00 randevulaştığımız kalsik bir üst tabaka mekanında buldum kendimi.

Oldum olası haz edememişimdir bu tarz mekanlardan.  Anlamsız bir şaşa ile dekore edilmiş, çalışanların size kendinizi efendileri gibi hissetmenizi sağlayacak bir iletişim üslubu… “Peki efendim” Emredersinzi efendim”, “Efendim size tavsiye edebileceğim özel soslu panne arabiattayı denemeyi arzu eder misiniz efendim” Şiştim…. Ne yazık ki bana kalsa efil efil esen sıcak samimi bir çay bahçesinde demlenmiş mis gibi bir çay ve yanında ona eşlik eden simitle bu sohbeti daha unutulmaz kılabilirdim. Gayet samimi bir şekilde kendisini kasmadan konuşması için, Ben efendiniz değilim rahat olun adım Kıvanç şimdilik sadece kahve getirmenizi rica edeceğim teşekkürler diyerek siparişimi verdim. Şaşırmıştı ama mutluda oldu gülümseyerek “hemen getiriyorum” deyip hızlıca ayrıldı masadan.

Selçuk bey her zaman hayata ve insanlara karşı anlayışlı birisiydi. Tam bir entellektüel, sosyal etki alanı kuvvetli bir sanatçıydı. Bütün bunlarla beraber inanılmayacak bir mütevaziliğide tanıdğım ilk günden bu yana üzerinde barındırabiliyordu. Böyle bir insanın neden böylesi mekanlardan haz aldığınıda anlayamamak sanırım kendisinin gizemli yanlarıydı. Onun hakkında düşünürken birden omzumda bir el hissettim. “Evet sevgili asistan Kıvanç nasılsın bakalım” diyerek tebessüm dolu ses ve omzumu okşaması ile merhaba dedi bana.

Uzun bir süreden sonra kendisini görmek beni çok mutlu etti. Hemen masadan kalkıp hoşgeldiniz dedim ve sandalyesini çekerek buyrun deyip masaya oturmasını sağladım. Beni ben yapan, önemli deneyimleri yaşamamı sağlayan Selçuk Bey’ i yeniden karşımda görmek ve seneler öncesinde ki samimiyetinin aynı olduğunu anlamak huzurla ve  mutlulukla dolmamı sağladı. Tiyatrodan, Büyüttüğü oyunculuk atölyesinden, son yaptığı işlerden, yeni kurduğu bir cast ajansının kısa sürede ulaştığı başarıdan bahsetti uzun uzun. Tüm sohbeti süresince mütevaziliğinin aynı kıvamda olması onu dinlemek konusunda beni motive ediyordu.

Selçuk Bey bana hala kızgındı. Oyunculuk anlamında sahnede olması gereken bir adamın başka işler peşinde koşarak kendisini gerçek tiyatro severlerden mahrum etmesi konusunda düşünceleri hala aynıydı. Evet, sıra bana gelmişti ve şimdi nereden nasıl başlamam gerektiği ile ilgili yüzlerce ya da binlerce kez kurguladığım konuya girmem gerekiyordu. Öncelikle çalıştığım şirketi, şirkette ki sorumluluklarımı ve bunların getirdiği sorunlar ve stres ile ilgili düşüncelerimi paylaştım. Öneri ve tavsiyelerde bulundu ve “Bulunduğun yerde mutsuzsan o yerden ayrılmak için kendini ikna etmelisin. Stres insanın ömrünü, sağlığını ve geleceğini sinsi bir canavar gibi kuşatır ve benim yaşlarıma geldiğinde “Keşke”lerle başlayan, rahat olman gereken zamanları yine stresin kuşatması altına alarak mutsuz bir adam olarak ölürsün”

Cümlesi bittiğinde ölme hissine ilişkin korkuyu ilk tanı aldığım anda nasıl yakınımda düşündüğümü hissettim. Selçuk Bey dediğim gibi insanlar konusunda uzmandı. Bu kısa süren yüz halimden hemen anladı ve “ Sende bir şey var, sadece iş sorunu değil Kıvanç bu. Geldiğimden beri düşüncelisin ve süt dökmüş kedi gibi kıvranıyorsun paylaşmak istediğin nedir bilmiyorum ama benimle paylaştığın her şey seni sevdiğim için önemlidir, benim içinde önemli olan herhangi bir şeyi paylaşmak konusunda bencilimdir” diyerek gülümsedi ve bekliyorum dedi…

Kısa bir sessizlikten sonra… Selçuk Bey ben aslında yaşadığım sektörü değiştirerek tekrar tiyatro ve oyunculuk sektörü ile çalışmak istiyorum sizinle de konuşarak bu konuda yardım istemeyi düşündüm dedim. “ Her zaman sana referans olur ve her konuda desteklerim Kıvanç, bunu yardım olarak düşünme sadece sen gelişmeyi hak edecek bir yeteneksin” dedi. Teşekkür ettim tüm düşünleri için ve benim hakkımda önemli bir durum ile de bilgi vermek istediğimi ve bu bilginin benim hakkımda ki düşüncelerinin değişip değişmeyeceği konusunda tedirgin olduğumu söyledim. “ Bekliyorum Kıvanç, beni tanıdığını biliyorum ve bu kadar önemli bir şeyse bunu paylaşabilecek kadar inanmış olduğun için buradayız ikimizde ama rahat hissetmiyorsan bir sonraki görüşmemizde de devam edebiliriz kendini zorunda hissetme” dedi. Selçuk Bey ben HIV pozitif olduğumu öğrendim dedikten sonra uzun bir sessizlik oldu. O sessiz geçen sürede neler düşündüğünü bilmeyi çok isterdim ama sormadım.  Her zaman ki gibi dürüst davrandı ve “Kıvanç’çığım AIDS konusunda çok fazla bilgim yok. Onun için ne demem gerektiği konusunda senin yardımına ihtiyacım var. Bu bir hastalık ve bu hastalık ile yaşayan bir kişi ile daha önce tanışmadım, sadece gazete dergi gibi medya organlarında rastladığım ve dürüst olmak gerekirse de araştırmak istemediğim bir konuydu bu. “ Üzgündü ve cümlelerini nasıl toparlayacağı konusunda ilk kez zorlanan bir Selçuk Bey görüyordum karşımda. Hemen konuşmaya devam ettim. Nasıl bulaşabileceğini, virüsün baskılanması için bir tedavinin olduğunu, normal yaşam süresi ne ise onu yaşayabildiğimizi, kronik bir hastalık olduğunu anlattım. Ben anlatırken sorular sorarak gerçekten öğrenmek istediğini hissettiriyordu bana. Uzunca bir süre HIV/AIDS hakkında konuştuk. Ben anlattıkça o şaşırıyor ve ben ilk defa Selçuk Bey’ e bir şeyler öğretebilmek konusunda kendimi yetkin hissediyordum. İnanılmaz bir mutluluk haliydi anlatamam. O kadar hafiflemiş hissediyordum ki kendimi bu duyguyu asla tarif edemeyeceğim sanırım.

İlkler hep başka olurmuş ya. Gerçi bunu aşk için söylerler ama J Selçuk bey ile neredeyse 23:00’a kadar birlikteydik. Bana teşekkür etti. İnsanoğlunun yaşadığı sürece öğreneceklerinin hiç tükenmeyeceğini ve bugün kendisi ile paylaştığım konunun nedenli önemli olduğunu anlatan sayısız iltifatla dolu cümlelerden bahsetmeyeceğim. Sadece “ Seni senin sahip olduğun tüm özelliklerle ve tüm yaşama dair biriktirdiklerinde kabul etmeyen insanlar zaten senin için önemli olmamalılar Kıvanç. Her zaman her konuda yanındayım bu seninle ilgili hiçbir düşüncemi değiştirmeyecek. Keşke ilk zamanlar zor anlarında paylaşsaydın daha çok destek olduğumu hissetmek isterdim ama demek ki doğru zaman buymuş” dedi. İş ile ilgili beni Pazartesi arayarak bilgilendireceğini söyledi. Hesabımızı ödedik. Masadan kalktık ve sıkı sıkı sarıldı bana “Her koşulda güçlü olabilmeyi öğrenmiş, hayatın olgunlaştırdığı bir öğrencimi bir arkadaş olarak görmek beni çok mutlu etti!” Bu son sözlerinden sonra tekrar sıkı sıkı sarıldık.

Evet, HIV pozitif olmayan başka birisine hayatımda önemli bir yeri olan birisine durumumu anlatmıştım. Yaşadığım huzuru ve mutluluğu tarif edebilmeyi isterdim ama bildiğim lisanlarla bu çok zor. İlk açılma durumunda beklediğim ve kurguladığım kötü bir davranış yaşamıştım. Olumlu bir deneyim di benim için. Daha sonraları paylaştığımda karşılaştığım farklı negatif tutum ve davranışlarda hep bu görüşmenin gücü ile kendimi güçlü hissettim. Selçuk Bey’ in söylediği gibi: “Seni senin sahip olduğun tüm özelliklerle ve tüm yaşama dair biriktirdiklerinde kabul etmeyen insanlar zaten senin için önemli olmamalılar” Evet benim için birisinin önemli olup olmadığını anlayabilmemi sağlayacak çok önemli bir güç elde etmiştim.

Güç Bende Artık Smile

Kıvanç Er

Dava nihayet sonuçlandı…

(Bölüm 7)

Duruşma günü geldiğinde avukatım yine adliye koridorlarındaydı. Sinirlerim bozulmasın diye bu sefer ben gitmemiştim. Duruşmanın nasıl geçtiğini öğrenmek için avukatımı aradığımda, günün çok olaylı geçtiğini öğrendim.

Sanık yanında kuzeni ile gelmiş. Koridorlarda benim adımı yüksek sesle bağırarak “sen nasıl AIDS’li birini savunursun” diye bağırmış. Avukatıma çok feci hakaretler – küfürler etmişler. En sonunda avukatım polis çağırmak zorunda kalmış ve duruşma polis nezaretinde yapılmış. Duruşma bitiminde polis avukatıma eskortluk etmiş ve adliyeden güveni bir şekilde çıkmasını sağlamış.

O dönem, yani bu olaylar patlak verdiğinde İl Sağlık Müdürlüğüne de gidip test yaptırmış. Tek derdi gidip yetkili mercilerde benim adımı zikretmek, lekelemek.

Sapığın Ağustosta bana açtığı davanın da numarasını bu dosyaya işletmiş. Kaldı ki o dava için avukatım ile birlikte karakola gidip ifade verip ve onun 2 adet negatif olduğuna dair test sonucunu da işleme aldırmıştık. Dava açtığı savcılıkta onu teste yollamış negatif olduğunu gösteren sonuçları almışlardı.

Görülen davamda hâkim, daha önceden başka bir kadın tarafından açılan zincirleme ölümle tehdit davasını da benim dosyamla birleştirilmiş.  Her iki dosyanın incelenmesi için tekrar erteleme kararı vermiş. Sonrasında benim diğer kadınla olan dava günü saatlerini de peş peşe vermiş. Davacı diğer kadın kendi davasına girmiş ve hâkimin sapığa epeyce bir söylenmesine rağmen dava epeyce kavgalı dövüşlü görülmüş…

3 yıl boyunca değil Taksim’e çıkmak, o güzergâhtan bile geçemedim. O endişe ve korku halini kelimelerle anlatmak mümkün değil. Avukatım Habibe Yılmaz Kayar olmasaydı bu süreyi bu kadar kolay atlatamazdım.

Allah verede bu adamla hayatım boyunca hiç karsılaşmam. Samimiyetle itiraf ediyorum ki bu ülkede “Kadına yönelik şiddet” konusunda kendimi hiç güvende hissetmiyorum. Başımıza bir şey gelse sessiz kalmaktan başka ne yapacak?

Mutlu son

Eğer birine dava açacaksanız 2 yıl ciddi sabırlı ve kararlı(!) olmanız gerekiyor. Maalesef ülkemizde adalet çok geç tecelli ediyor.

Sayın sapık diğer kadının davasından 7 ay 10 gün ve yüz bilmem kaç TL para cezasına çarptırıldı. Bende açtığım davayı kazandım ve bir 8 ay 10 gün de benden ceza aldı. Afiyet olsun müstakbel sapık efendi…

Sevgi Yılmaz

Gelecekte Bir Gün Gelecek…

Sanırım HIV ile yaşamak konusunda yol almak için biraz zamana yayılması gerekiyor yaşadığımız her şeyin. İlk öğrendiğimiz de ki tedirginlik, korku, meraklı bekleyiş, ya da gerçekten doğru bir bilgilendirme ve yaklaşımla karşılaştığınızda ki tarif edilemez mutluluk ve yitirilmek üzere duran öz güvenin yeniden ayağa kalma çabasının girişimleri…

Evet, sürekli ve bıkmadan usanmadan yenilediğim gibi, hayat büyütmeye devam ediyor her birimizi.

Sağlık anlamında her şey normale döndü, herhangi bir sağlık sorunu yaşamıyorum ve sürekli HIV ile ilgili düşünceler geliştirmiyorum artık. Yani olabileceği en normal duruma döndü hayatımın akışı. Eskiden olduğu gibi küçük dertlerimi zaman ayırmam gereken büyük sorunlara dönüştürmüyorum artık. Beni mutlu  edebilecek her şeyi yapabilecek zaman yaratmakta zorlanıyorum. Çünkü gerçekten yoğun bir sektörde harcıyorum zamanımın büyük kısmını. Yani hayatımın neredeyse % 50 si iş yerinde geçiyor. Bu sorunu çözmek ile ilgili girişimlere başladım nihayet. Kararımı verdim sektör değiştirecektim. Fakat bu kararımı kesin ve net bir şekilde çözmem gerekliydi. Eskiden olsa Sosyal Güvence olmadan çalışmakta ne var diye düşünürdüm ama artık HIV ile yaşayan bir birey olarak Sosyal Güvenceden yoksun kalmamalıydım. Gerçi en kötü noktada Genel Sağlık Sigortası gibi bir şansımda olabilir ama yinede ben işimi sağlama alarak hareket etmek istedim.

Bu zamana kadar çalıştığım sektörün bana kazandırdığı en önemli şeyin sabırlı olabilmekti. Yani düşünün bütün olumsuzluklar ve çaresizlikler içinde sabır edebilmeyi başara bilmek üstün bir yetenek oluyor. Sabır gerektiren konu iş değil de kendi özel hayatınız olduğunda ne yazık ki aynı sabrı gösteremiyorsunuz ama buda öğrenilebilir bir şey bakınız ben HIV ile yaşamaya başladığım ilk anlarda ki sabır eşiğim gittikçe güçlendi. Mesela artık HIV pozitif olmamdan dolayı ayrımcı bir tutum sergileyen doktor ya da sağlık personeli beni etkilemiyor. Sadece onlar adına garip bir hüzün duyuyorum.

Yani mesleği Hekimlik olan, Tıp eğitimi almış birisinin herhangi bir sade vatandaştan bir adım önde olamaması onlar için ne kötü. Esas kötü olan bunun farkında bile olamamaları aslında. Neyse yine ben konudan konuya atlıyorum dostlar. Evet dediğim gibi sabretmenin bir artı olacağı sektörleri düşünmeye başladım. Daha öncesinde çalıştığım sektörleri de tekrar bir gözden geçirdim ve kararımı verdim. Yıllar öncesinde bir oyunculuk atölyesinde hatırı sayılır bir eğitmene asistanlık yapmıştım, onu aradım hayatımda bir değişiklik ihtiyacı hissettiğimi ve bana destek olmak için görüşüp görüşemeyeceğimi soracaktım… Tam da beklediğim gibi özlendiğimi bana hissettiren bir ses tonu ile cevapladı telefonumu. Uzunca bir sohbetten sonra buluşacağımız zamanı netleştirerek telefonu kapattım.

Hayatımda neden dolayı değişiklik yapmak istediğimle ilgili bir şey sormadı. Her zaman anlayışlı, olgun her konuda farkındalığı yüksek bir sanatçıydı. O an karar verdim. İlk kez sosyal yaşamımda bir süre zaman geçirdiğim ve tanıdığımı düşündüğüm birisine HIV pozitif olduğumu anlatacaktım…

Garip hissettim; Biraz heyecan, biraz tedirginlik ile örülmüş isimlendiremediğim bir çok duygunun bileşiminden oluşan bir duygu haline girdim ve düşünmeye başladım… Nerden nasıl başlarsam kendimi iyi ifade edebilirim diye notlar almaya başladım. İlk önce öğrendiğim gün, sonra yaşadıklarım, hastanedeki zor anlarım… Sohbetin nasıl ilerleyeceği ile ilgili sayısız senaryo ürettim… Kalkıp gidecek, sandalyesini biraz geri çekecek, ya da müsaade isteyip önemli bir toplantıyı unuttuğunu söyleyerek kibarca kaçacak… Nedense hep kötü senaryolar geliyordu aklıma… Ama bir yandan da en kötüsünü düşünmek her şeye hazırlıklı olacak bir gücü sağlıyor size…

Gelecekte bir gün gelecek görelim bakalım birisine HIV pozitifim dediğimde neler yaşatacak gelecek olan gün bana.

Kıvanç Er

Dava Günü…

(Bölüm 6)

Dava günü gelip çattığında, avukatımla birlikte 1.Sulh’un kapısında yerimizi almıştık. Sapık şahıs gelmemişti. Eee öyle telefonlarda atıp tutmak kolaydı. Er meydanına çıkmak yürek ve cesaret isterdi…

Hakim de pek kabaydı:

– Sen misin müşteki? Kalk bakayım sen ayağa!

– Evet benim…

– Devam ediyor mu tehditleri?

– Evet ediyor!

– Ne yapıyor?

– Telefonuma mesajlar gönderiyor…

– En son ne zaman yolladı?

– 2 hafta önce…

Hakim efendi yeni yasa tasarısını bilmediği için davayı nisan ayına erteledi. Yani 4 ay sonrasına…

Tüm bunlar olurken bu adamın ‘ölümle tehdit’ diye bir başka davası olduğunu öğrendim. Başka bir kadını daha tehdit ediyormuş. Savcılıkta ki o bana yardım eden kâtip efendi sayesinde kadının telefon numarasını buldum ve aradım. O kadını defalarca dövmüş. Hem de spor salonunun orta yerinde. Tehditleriyle delirtmiş kadıncağızı. Kadın aylardır evinden çıkamıyormuş. Psikolojisi çok bozulmuş. Ondan öğrendiklerimse beni şoke etti. O kadından da önce başka birini balkondan atmış (!!!) ve bacağını kırmış. Adam %100 su katılmamış psikopat çıktı…

Benim tanıdığım o iyi yürekli arkadaşım dediğim kişi böyle biri olamazdı. Tanrım! Nasıl bu kadar yanılmıştım. Her duyduğum yeni bilgide daha da hayrete düşüyordum. İnsanları gerçek anlamada tanımanın ne kadar zor olduğunu yeniden anlamış oldum. Ancak sorun şu ki, böylesine dengesiz insanlar nasıl oluyor da bu kadar iyi “normal” taklidi yapabiliyorlar? İlk tanıştıkları kişileri nasıl oluyor da aklı başında insanlar olduklarına ikna edebiliyorlar? Sanırım bu da ayrı bir yetenek meselesi veya hastalık…

İlerleyen zamanlarda sapığıma bu üstün çabalarından ötürü bir plaket yaptırmaya karar verdim. Adam tam bir dengesizdi. Kandil günü bana msj yazıyor ve ‘bu mübarek günde bana hayır duaları ediyor, aradan 2 saat geçiyor sonra da bu mübarek günde bana okumadığı bela kalmıyordu…

Bu süre içderisinde sanığında bana “HIV bulaştırma iddiası ile “karşı dava açtığını öğrendim. Evet, sanırım gerçekten bela denilen şey böyle bir şeydi..

Sevgi Yılmaz