HIV Pozitif Hayatın Günlüğü

Archive for the ‘İnanç Özgür’ Category

Bakarsın umduğundan iyi geçer yaz

Kaç yaz gördüm cümlesine ilave edeceğim birkaç ayrıntıdan biridir “en sıcak yazdı” eki. Nasıl yazlardı bunlar? diye düşündüğümde “geldi geçti boşver” diye bir cevapla geçiştirmeyi tercih ediyorum ama bir çırpıda aklıma gelen ilk resim; iki kişilik bir çadırı yanlış kurup, bozup tekrar kurduğumuz ve bitiminde kendimizi denize attığımız ve gün batımında şaraplarımızı tokuşturduğumuz yaz. Yaşadığım en tatlı yazmış demek ki, hiç silinmemiş. Sevgili Kayahan’ın “ Aşk bayrakları” isimli şarkısının çalındığı yaz.

Bu yaz da ;

Taze nane yapraklarının yüzdüğü limonlu soda,
Kumsallara bıraktığım sayısız ayak izleri,
Denize bıraktığım kulaç izleri,
İçki, eğlence ve uykusuzluğun Miracı,
Ve sevgilim Güneş…

ile geçmedi yaz. Haziran’dan Ağustos’ un yarısına kadar; hasta mıyım değil miyim bilemediğim bir tabloda hep yatağımda geçti yazım. Garipti. Daha önceki klinik tablolarıma benzemeyen bir hastalık tablosu idi. Ne çok zayıfladım, ne yaralarım çıktı dudağımda. Sürekli terledim, soğudum ve yere yığılacak derecede halsiz ve ayakta durmamı engelleyen bir baş dönmesiyle yatağımda buldum kendimi hep. Bağışıklık güç değerlerim AIDS tablosuna yaklaştığımı haber veriyormuş. Son yaptırdığım testlerimin sonucu bunu söylüyordu. Sosyal güvencem kesildiği için ara vermek durumunda kaldığım tedavimin bir sonucu bu tabi ki.

Şimdi oldukça iyi bir tablodayım. Çok kısa sürede, bağışıklık güç değerlerim, tarihimdeki en yüksek değere çıktı. Oysa ki tedaviye ara vermek çok tehlikeli bir harekettir.

Yani; tekrar merhaba

İnanç ÖZGÜR

ÖNCE SOLA, SONRA SOLA SONRA YİNE SOLA

Yürürken, karşıdan karşıya geçerken, yaşarken…daha çok o tarafa bakar sanki insan. En inkarcısı bile en fazla bir kere bakmıştır. Kimi hep o tarafa bakadurur.

Maazallah çarpılıverirsin. Sağına bir baksan!. Hayır hayır sol yanından çarpılırsın. Ne de güzel çarpılırsın. Bir matematiğin içinde yapılmazsın bunu, bölünür, dağılırsın da toplanamazsın.

Yasak ya! Daha çok bakarsın sola. Sevme imkanı elinden alınmışlar mı daha çok yapar bunu? Sanki inadına. Bütün çocuklar dondurmanın kaçıncı küllahını bitirdilerse? Anne hep “ boğazın ağrıyacak” diye yedirmez sana gibi bişey mi dersin bu? Yaz bitti bitecek Anne!

Sağda büyük tehlike. Trafik akıp duruyor. Kırmızıda bile durmuyorlar bazen. Can havliyle “önüne baksana!” diyecek zaman da yok. Yine çarpıldın bak! Sarı, yeşil, kırmızı kuralının, insan hayatı ve özgürlüklerinden daha önemli olduğu bir kural mı bu yani! Önüne baksana! Yaşlı bir teyzecik değil bu karşıdan karşıya geçen, kırmızılı bir kadın da değil. Ben geçiyorum ben! İNSAN’ı TEMSİLEN.

Azınlık, engelli, kocası tarafından dövülen kadın veya pozitif. Sevmeye ve sevilmeye daha bir meyillidir o yüzden. Bilgisizliği, önyargısı, yanlış yargısı bol bir trafikte, kırmızı ışığa rağmen duran yok.

Canı sırf sevmeyi çekmez insanın. Okula gitmek ister, çalışmak ister, karışmak ister çoluk çocuğa, hayatın ta kendisini ister. İster de ister. Arsızlığın daniskası mıdır bu dersin?

Aşkları da vururlar
Şarkıya şiir olur
Adanır sonsuz anısına
Kanayan sevdanın
Eyvah! Şiirler azalmış
Günümüz perişan
Yanıyor içimizdeki
Koskoca orman

Sezen AKSU tabii ki.

İnanç ÖZGÜR

KÖK

Bu aralar işler yolunda gitmiyor. Yolunda gitmiyor olması, yol olmadığı anlamına da gelmiyor. Bu şarkıları çok dinlediğimdendir ikinci cümleyi rahatlıkla kuruyor olmam. Eğer hızlı okunduysa, 2. cümleye tekrar göz atılabilir.

İnsan telaşlanıyor önce. İlk telaşlardan daha kısa sürüyor artık telaşlar, korkular. El ilaçlara gitmiyor artık. Hani şu bir avuç dolusu ilaca. Kurtuluşun yolunu fısıldayan ilaçlar onlar. Ölcez ve bitçek ve biz kurtulcaz hani. Ama o zaman çukulatalı pasta yiyemicem, dondurma da. Çok sevdiğim kahverengili mavili gömleğimi de giyemicem bu yaz. Patlamış mısır sırasını haşlanmış mısıra devredecek bu ara. Onu da ısıramıcam.

O halde Sezen AKSU’ nun dediği gibi.

Yola çıkmalı. Hemen!

Sevgili Sezen, bu ara kulaklarını çok çınlattık. Sen nasılsın bu ara? Yeni şarkıların mı çınlattı kulaklarımızı?

İnanç ÖZGÜR

KOL DÜĞMELERİ

İki düğme iki ayrı kolda.
…………….

Akşam olunca sustururum herkesi her her şeyi
Gelir kol düğmelerimin birleşme saati.
Usul usul çıkarır koyarım kutuya yan yana.
Bitsin bu işkence kalsınlar bir arada.
……………..

Sabah gün ışığında, yalnız gece buluşanlar.
Yaşlı gözlerle ayrılırlar düğmeler gibi.
Bizim gibi ayrılırlar.

Sevgili MANÇO’ yu rahmetle, bir kere daha,bize dair satırlarıyla anmak istedim.

Bu topraklardaki tek yalnız, “Tek” sevdalı ve yol gözleyen adam ben değilim tabii ki. Böyle bir matemaTEK sana da haksızlık.

Ama emin ol; sevdamı gizlemek zorunda kalmasaydım, gece nöbetleri yazdırmazdım sevdama.

Nöbetleri erkekler tutar bu topraklarda , usul usul kutusuna koyduğum kol düğmelerini takar, sabah uyandığında işe gidersin sen.

 
Sevdalandım çaktırmıyorum anlayacağın. Şarkı mı söylemeli avaz avaz!?
Evet evet. Sezen AKSU dinlemeli. O ne yapar eder bir yol bulurdu. Ki ben daha önce de üstesinden geldim bu durumların.

Sezen AKSU öyle demişti bana: “Oğlum hadi kalk Alsancak’a ( Pasaport) git, insanlara karış, çay söyle kendine, gevrek ye, bir göz karışır gözlerine.

İnanç ÖZGÜR

BÜTÜN ŞARKILARINI SAYDIM. İÇLERİNDEN BİRİ EKSİK

Bu sene çok iyiyim, geçen tüm yıllardan daha iyi. Yaşadığım yerde her şey yerliyerinde sanki. Kaldırımları düzenledim, parklar , bahçeler tam istediğim gibi yemyeşil ve apağaç. Bütün evler 3 katlı ve balkonları sardunyalı. Herkes yolun sağından yürüyor ve biribirine çarpmıyor. Ne güzel. Hiç kimse biribirinden özür dilemiyor ne güzel. Nisan yağmurları da Nisan’ da yağıyor. Domatesler domates kırmızısı.
 
Küçüklüğümde duymaya başladığım bir cümle; yaşlılar hep şöyle derdi; “ Bu sene hiç iyi değilim” Her sene tekrarlarlardı bu cümleyi oysa. “Allah geçinden versin” derdi annemler.
Dua mı ederlerdi acaba tespih çekercesine? Her sene bir boncuk dua.
 
Allah rahmet eylesin.
 
Nineler ve dedelerle çok içli-dışlıydım ben çocukluğumdan beri. Arasıra onlar gibi konuşur güldürürüm eşi dostu. Ben büyürken onlar da vardı yanımda. Neredeyse her şeye günah derdi onlar. Kaç yıl geçti üstünden, hala tırnaklarımı keserken aklıma gelirler. Bir de severken aklıma gelirler babaları ve oğulları.
 
Sonra Sezen AKSU diye bir kız şarkı söylemeye başladı. Şarkı değildi bazıları.Tırnak makasıydı.Sadece bir tek şarkısını dinlerken ağlardım. “Bir zamanlar deli gönlüm” dü şarkının adı. Hala da öyle.
 
Evet evet Sezen AKSU’ nun emeklisiyim ben. Beni asıl O büyüttü.
 
Kimbilir kaç şarkısında dilime dil olmuş sözleri varken, aklıma bu sözleri geliverdi şimdi bak. Şimdi mi?
 
Yine de bir eksik var bu şehirde. Bütün şarkılarını saydım Sezen AKSU’nun. Hepsi var , bir tanesi eksik.
 
“Şöyle yürekli bir sevdam olmadı
Alsın götürsün beni ta güneşlere”
 
İnanç ÖZGÜR

SENİ DİNLEMEYE HAZIRIM “ŞARKI” HAZIRIM SENİ SÖYLEMEYE.

“İkimiz de nasıl bir sınavdan geçtik bilmiyorum. Ama bu iki genç insan evliliğimiz boyunca birbirimizin amansız hastalıklarımızın bekçileriydik.Tüm derdimiz, birbirimizi iyileştirmek oldu.Belki de bu yüzden; kadın-erkek savaşlarına hiç vaktimiz olmadı.Belki de yine bu yüzden “O “ artık ölene kadar dostum. Levent YÜKSEL”

Yazılarımı yazarken, şarkı üstüne şarkı seçerken denk geldim bu cümlelerin de kurulduğu şarkıya.

Birbirimizden uzakken , yaklaştığımız anlar başlar birbirimize dokunduğumuz andan itibaren. Nar’ı saymak kolaydır görür görmez ve taneleri saymak gibidir işte dokunmak. Bir seyir, bir yolculuktur soyunduktan sonra başlayan. Birbirimizin kaç tanesi olduğumuzu saymaya, birbirimiz için ne? olduğumuzun yanıtını vermeye. “Bir” olmak değil midir oysa birlikte olmak. Yani sarı ve maviden yeşil yapmak gibi bir şey değil midir bu. Birbirine karışmak ne de güzeldir. Ne güzeldir parmak izleri bırakmak birbirimizde. Suç’u hatırlatır oysa parmak izleri…ta ki birbirimizi anlayana dek ve o zaman temize çekilir suç saydıklarımız, günah saydıklarımız, bize yabancı hallerimiz. Sadece “yeşil”di oysa Adem’in elması. Onu günah sayan bizlerdik.

Sertab la Levent i, bu savaştan alıkoyan da buydu. Dokunmanın lezzeti.

Oysa gerek var mıydı “hasta” olmaya. Neydi hasta olmak. Ezberlediğimiz bir şarkı mıydı.

Senin şarkın nasıldı ve ben dinlemeye, söylemeye hazırdım seni.

İnanç ÖZGÜR

İKİ DUDAK ARASINDA UNUTTU EZBERİNİ

“Tom Hanks ‘in oynadığı Philadelphia ” olarak hatırlatır ve tavsiye ederdik filmi. Aslında daha çok hatırlardık, çünkü tavsiye etmek tehlikeliydi. Film sıradan, bildik bir aşk hikayesini anlatsaydı kolaydı. Ama iki erkek birbirini seviyordu ve üstelik içlerinden biri HIV pozitifti. Filmdeki oyunculuklar veya müzikleri tavsiye etmenin ardına sığınamazdı insan. Neden bu hikayeyi tavsiye ediyorumun acabaları başlar mıydı? Başlardı. Reçelli filmi arkadaşımla seyrederken başıma gelmedi değil bu. Acaba sende mi?…… Sorusu bankoydu ve soruldu. Hitchcock filmlerindeki katil de bendim yani…

Film, “Tom Hanks’ in oynadığı Philadelphia” filmi değildi artık. Prova ve çekimlere ben de katılıyordum.

Filmi özetlemicem tabi ki, “yaşamımdan kesitler var” da demicem. Sadece filmi ilk seyrettiğim yıllarda HIV negatiftim ve o zaman da aynı tepkiyi verdiğimin altını çizicem. HIV pozitif olmadığım halde, yaşanan ve yaşatılanlara verdiğim tepki aynıydı. Yani karşı çıkmak, sinirlenmek ve bayrak kaldırmak için o hikayeyi yaşaması gerekmez insanların. “Bana dokunmayan yılan” hikayesinin ardına sığınmaya gerek yoktur. İnsan hakları, hasta hakları, sevme hakları diye sıralanan, hak demeye bile gerek olmayan, “ben de insanım” diyebileceğim bir yaşam sadece. Bugün savunmadığımız adaletin, yarın dilencisi olduğumuz bir can simiti olmasını beklemek hiç adil değil biliyor musun. İşte o zaman , ben olsam dilenmeye utanırdım..

Evet ya ben de insanım, erkeğim, falan filanım…

Ne sakallarım, ne traş losyonum, ne kol düğmelerim ne de gömleğimin sol tarafındaki düğmelerim değildi erkeklik. Erkeklik; mertlikti, sözün er’ i olmak, komşunun kızına sahip çıkmaktı. Bir yetmişliği bitirmek efsaneydi. Bu değildi erkeklik.

Hayatımdaki keskin dönüşlerin farkına varacağım yılların henüz kaleme alınmadığı zamanlardaydı yelkovan..İyi bir yazar olacak ve ben yazacaktım ve bunu henüz bilmiyordum. Ve ben kendi ezberimi bozmakla ilgiliydim o sıra. Ve iki dudak arasındaki ezberi bozdum önce.

Anne ben…..” le başlayan cümlemin ikinci paragrafında pozitif olduğumu da söyleyip bir ezberi bozmaya daha başladım; önce ailem, sonra arkadaşlarım ve sonrasında da söyleyebildiğim bütün kalabalığın.

İşte böyle kokardı erkek. Beni alaşağı etmek için bulduğu iki sebebin alnını karışlayıp , onurlu ve güçlü adımlarla yürürdü şehrin caddelerinde.

Ve her defasında; o yüzden

Anka Kuşları’nın kalbini çaldım.
“Hırsız” desinler.
Razıydım

İnanç ÖZGÜR

Anka Kuşları’nın kalp hırsızıyım–Devam

Kaçmayı tercih eden değildik. Kovalamayı seçendin sen. Hiç bilmediğim 1 oyun içindeydik ki oyun da değildi aslında. Kovalayan sen, kaçan ben. Al sana oyun.
 
Yaşamak ve sevmek gibi…Aşk gibi…Dokunmak, sarılmak,öpüşmek gibi…İstisnasız tüm insanlara bağışlanmış Tanrının hediyelerini, insan dediğimiz varlık hangi hadle çalabiliyorsa… İşte “oyun dediğimiz” bu şeyin adı “HIRSIZLIK” oluverdi artık. Düpedüz benim sevgimi, aşkımı çalıyordu insan. Nefesimi çalıyordu ben bir ölümlüye nefes vermek isterken.
 
Ben bir ölümlüye nefes vermek isterken!
 
Yazıldığı gibi okunur ” SEVMEK”
 
 
Bir tek sıfatı vardır kanımca yaratılmışlığın. “İnsandır” tarifi. Ve ayrıntıdır “erkeklik ve kadınlık” . Başka türlü sevmez ki erkekLER. Aynen yazıldığı gibidir “sevmek”. Bir duygudur yani. Yazıldığı gibi okunur. Ne ezberlenir, ne planlanır ne de öldürülür. Fıtrat; sever!
 
Sen uyurken severdik biz.
 
 
Sevdiğinin beline koyardın elini, sarardın. Dudaklarında aynı yere konardı. Aklın uçar, yerden kesilirdi ayakların . Aynı anda, aynı saniyelerde biz de aşıkken ; sizi yutkunarak seyrederdik. Sevmesine severdik de;  Ya sen uyurken severdik ya ölüp ölüp dirilir de severdik. Yüreğimiz ağzımıza gelirdi de yine de severdik. Cinayet mahallindeki parmak izleri sana aitken, katili bizdik sevmenin, aşkın. Bir suç? Daha işleyip yine çaldık Anka kuşlarının kalbinden. Yine sevdik.Fıtrattı sevmek.
 
İşte bu yüzden çaldık Anka kuşlarının kalplerini. İz kalmasın diye yanaklarımızdaki dudak izlerini silerdik. kalp atacaktı makus. Ama yine de  zordu nefes almak, nefes almak kıt-kanaat. Elalem ne derdi, sen ne derdin sonra. Çünkü bu topraklarda sevmek yasaktı ve bir o kadar günahtı.
 
Senin öptüğün saçlar uzun, benim dudaklarımın değdiği kısaydı. Rakı kokardı, katran kokardı nefesi.
 
İnanç ÖZGÜR

Anka Kuşları’ nın kalp hırsızıyım.

Senin topraklarında yasaktı sevmek.
Günahtı da üstelik.
Yutkunarak sevdik o yüzden.
Kaşla göz arasında öptük.
Zaman kolladık.
Sen uyurken sevdik biz.
 
Kaç kere öldük
Ve dirildik te kaç kere.
Anka kuşlarının kalbini çaldık.
“Hırsız” desinler;
Razıydık.

İnanç ÖZGÜR

Bir HIV pozitif ameliyat olmak isterse…

Gerekli işlemler başlamıştı ve ameliyat günü gelmişti. Telefonda; cümleleri ağlayan arkadaşım, ameliyat masasından HIV pozitif olduğu için kaldırılan arkadaşımdı. Bu defaki daha kötü bir duyguydu. Kendinizi “KAPI DIŞARI EDİLMİŞ” olarak hayal edin lütfen. “KOVULMUŞ” ya da.

Tabii ki soluğu gözyaşlarının yanında aldım.

Her şeye rağmen tanıdık bir göz görmek iyi gelir ya insana. Sanki o an iyileşirsin acıların biter.

Bu durumlara; kapı dışarı edilmişlik durumlarına alışık olan ben hiddetimi dizginlemeyi öğrenmiştim çok şükür. Bu sakinliğe başka bir hayata dokunmak için şimdi de ihtiyacım vardı. Yaşamak ve hasta hakkını dile getirmek için kullanılan sakin, ılımlı ve karşı tarafı dinleyen yüzümü takmıştım yüzüme.

Ameliyat kararından vazgeçen kliniğin baş hekiminin bitmeyen bahanelerine de aynı tahammülle karşılık veriyordum. Cebimdeki kozu kullanmayı bekleyen, nefretten sıyrılmış tahammülüm, tüm bunların ameliyat masasından kaldırılan bir insan tarafından nasıl algılandığını tarif eden cümlelerimle son bulmuştu.

“Bizler ameliyat hakkımızı bazen basın bildirisi ve ilgili birimi deşifre etme yoluyla bu hakkı elde edebiliyoruz” cümlesi, kurmak istediğim bir cümle olmasa da buna mecburdum. Çünkü vicdanından korkmayan biri bu rezaletten korkabilirdi. Ülkemin en büyük hastanelerinden birinde kliniğin başhekimi olmak da böyle bir tehdidi kaldıramazdı tabii ki.

İnsan hayatını, sağlığını ve özellikle de psikolojisini düşünen bir hareketle ameliyatın yapılmasını çok isterdik. Bunu hep istedik ve daha ne kadar isteyeceğiz emin değilim. Ve evet “Deniz Yıldızı” ameliyat olmuştu sonunda.

Hekim değilim ben. Bunu söylemiştim başta. İşlerine karıştığım için kendilerinden özür diliyorum…

İnanç Özgür