HIV Pozitif Hayatın Günlüğü

Archive for Mart, 2011

Ateş Düştüğü Yeri Yakar…

 

Aldığım bir kutuya yakın sakinleştirici ve sözde uyumama yardımcı olacak ilaca rağmen uyuyamıyorum.

Hayatımda etmediğim kadar dua ediyorum. Gece sessiz ve uzun…

1-2 dakika dalıp acıyla uyanıyorum.

Sanki rüyadayım sabah kalkınca hepsi geçecekmiş gibi hissediyorum.

Ben uyanacağım ve her şey bitecek, düzelecek…

Sabahı sabah edip yurtdışı stajım için gireceğim sınavdan dolayı  şehir dışına  üniversiteme gittim ama aklımda ne sınav ne kariyer ne yurtdışı nede başka bir şey var.

Aklımda olan tek şey, sınava girdikten 30 dakika sonra belli olacak olan doğrulama testim…

Benim için asıl önemli olan sınav o…

Her saat başı arıyorum ne olur ne olmaz diye ve çıkan kişiler sürekli “17.30’da arayın” lütfen diyorlar.

Bir şekilde saati 16.30 yapıp üniversiteme ve sınava gireceğim salona giriyorum. Elim ayağım titriyor, kusmak istiyorum ve bağıra bağıra ağlamak istiyorum. Daha önce böyle bir sınavla yurtdışında eğitim gördüğüm için ben dışındaki insanların heyecanlarını konuşmalarından anlıyorum. Bazıları benim gibi tedirgin eli ayağı titriyor.

Ama onların titremesi sınavdan benimki ise bambaşka…

Keşke bende sınavdan mütevellit heyecanlansaydım elim ayağıma sınav için dolansaydı, keşke sınav için derin derin nefes alıp sakinleşmeye çalışsaydım…

Ama görünürde onlardan farkım yok, hatta kendi aralarında benim için ne çok heyecanlı böyle yerinde duramıyor baksana bile diyorlardır belki…

Sınava 10 dakika kala geçen yıl yurtdışına beraber gittiğimiz arkadaşlarımdan birini görüyorum ve sarılıyoruz “Ne oldu neyin var?” dediğinde “Soner,17.30 da bir test sonucum açıklanacak çok kötüyüm dua et iyi bir sonuç çıksın” diyorum. Ne testi bile sormadan “Hadi bakalım inşallah iyi çıkar” diyerek başından savıyor beni.

Ateş düştüğü yeri yakar dedikleri işte böyle bir şey.

Sınava 2 dakika kala tekrar aradım ve 30 dakika sonra aramamı söylediler. Sınav başladı ama ben ne soruları okuyabiliyorum, nede anlayabiliyorum. Bu haldeyken cevaplama safhası gözümde öyle bir büyüyor ki…

Bundan çok daha zor olan geçen yılki dil sınavını kazanmış ve yurtdışına gitmiş olmama rağmen bu sene çok daha kolay olan o sınavı yapamadım ve 17.30’da çıktım sınavdan.

Montumu giymeden kalemimi kimliğimi alıp attım kendimi sınıftan dışarı ve aradım…

Test sonuçlarım çıkmış. Gayet sakin bir ses “Maalesef pozitif” diyor. İşte o anda HIV pozitif olduğum tescilleniyor.

Yalnızım…

Sarılıp ağlayacağım, boynuna sarılacağım kimse yok yanımda. Evimden odamdan 2 saat uzaklıktayım. İçim yanıyor içim…

2 gün öncesine kadar bu sınavla alakalı ne hayaller kurarken şuan ne haldeyim? Ben daha çok gencim ölemem hele ki böyle bir hastalık yüzünden.

Hani hep haberlerde izlerdim, hep hayat kadınları ya da uyuşturucu kullananlar AIDS olurdu?

Ben neyi yanlış biliyorum?

İstanbul’a dönüş için otobüs biletimi almak için yürürken eliza testimin pozitif olduğunu öğrendiğim hastanenin enfeksiyon bölüm müdürü ve doğrulama testini yaptırdığım özel kurumun müdürü olan doktoru aradım. Ağzından kerpetenle laf alabildiğim zat-ı muhterem bana aynen şunu dedi: “Şuan 27 yaşındasın tedavi olursan  ve 25 sene daha yaşasan muhtemelen 47-48 yaşına kadar yaşarsın!”

Ömür biçilmişti bana.27 yaşındaki sapasağlam, iki gün öncesine kadar kalan Avrupa ülkelerini dolaşma hayali kuran bana ömür biçilmişti!!!

Ne yani 49 yaşımı göremeyecek miyim? Torun torba sahibi olamayacak mıyım.? Emekli maaşımı çekip eve giderken alışveriş yapıp eşe dosta hediye alamayacak mıyım?

Her şey yolunda gitse ilaç tedavisi olsam bile 49 yaşıma girdiğim gündeki ruh halimi düşünebiliyor muydu o  doktor?

Evet, çok doğruymuş. Bugün ikinci kez teyit ettim bunu. “Ateş Düştüğü Yeri Yakar”

Sıradaki?

10 Ocak 2006

Önce barkot sırasına gireceğim, barkodu aldıktan sonra doktorun kapısında bekleyeceğim… Evet, bu kadar basit…

Sıra numaram yandığında içeri gireceğim ve gerisi gelecek… 

Kapının hemen üstünde LCD Ekranda sıra numarası ve yanında isimler yazıyor, 12’den 20’ye kadar.

Sadece 9 kişinin ismi var…

9 kişi sadece, 9 kişi sonra sıra bana  gelecek… 

Sonra sırası gelen içeri giriyor ve ismin içinde kırmızı kırmızı harflerle “İÇERDE” yazıyor…

Gayri ihtiyari ”İÇERDE” olmak için bekleyenlerin hepsinin yüzüne bir bir bakıyorum…

Kimin elinde minik bir kağıt, kiminin elinde kocaman içerisi bir çok dosya kağıdıyla dolmuş büyük dosyalar. Acaba hepsi benim gibi mi onun için mi buradalar?

Sormak istiyorum ama nasıl nerden ve ne şekilde sorulur bilmiyorum…

Hepsinin isimleri yazıyor…

Okuduğum her isim beni bir yerlere götürüyor…

Yavuz: ilkokul sıralarında ki arkadaşım,

Sinem: drama kursunda ki arkadaşım,

Suat: lise zamanlarında ki okulun en popüler çocuğu…

Her isimde hayatımın bir kesitinde düşünürken buluyorum kendimi…

Benim ismim hala yok ekranda.  

Geçmişi hatırmalama, geleceği düşünme arasında gidip geliyorum…

Benim numaram 38 yani 18 kişinin ismini daha göreceğim, 18 kişi daha bekleyeceğim…

İçeri giren en erken 5 dakika…

En geç 10 dakika Sonra ellerinde kağıtlar ile hızlı hızlı koşuşturmaca halinde çıkıyorlar doktorun odasından. 

10 dakika  x 18 kişi =  180 dakika yani 3 saat!!!

İş yerine gecikeceğim demem lazım.

Offffff…. Sıkılıyorum yine…

2,5 Saat sonra nihayet ismimi ekranda ve nihayet gireceğim odaya…

Sıradaki giriyor odaya,

Sonra sıradaki,

Sonra yine sıradaki,

Sıradaki….

Geçen sefer gördüğüm doktordan farklı bir doktor vardı karşımda. Sarı saçlı hafif balıketli…

Elinde kaşesi birkaç evrak imzalamak ile meşgul olan doktorun yüzüme bile bakmadan “Evet sizin şikâyetiniz nedir?” sorusuna cevap verirken sesim nasıl çıktı ve nasıl bir tonlama ile söylediysem, birden elinde ki kâğıtları, kaşeyi  bırakıp eliyle gözlüklerini burnunun anlına en yakın kısmına iterek ayağa kalktı…

Sonra sonra anlayacaktım ne ses tonum ne konuşma tarzımdan değil yaşadığım sağlık durumunu söylediğimden bu hallere girdiğini.

“Barkodu masaya bırakın” dedi hızlıca arkasında ki dolaptan bir dosya çıkardı, içinden çıkan beyaz bir doysa kâğıdına ismimi yazdı ve sormaya başladı…

“Kaç Yaşındasın?”

“Sigara kullanıyor musun?”

“Alkol var mı?”

“Neden HIV testi yaptırmak istedin?”

“Para Karşılığı yabancı kadınlarla yattın mı?”

“Homoseksüel ilişkin oldu  mu?”

Gerekli ve gereksiz olan ne kadar soru varsa bunları sıraladı ve elindeki dosya kâğıdını doldurduğu sorularla beraber kapaklı bir dosyaya koyup dolaba tekrar kapattı.

Düşünebiliyor musunuz neler hissettim…

Benim ne hissettiğim kimin umurundaydı?

Ateş düştüğü yeri yakıyordu.

Her soruda suçlayıcı bir ses tonu, sorgulayıcı bir üstten bakma, bunların yanında kurduğu ilk göz teması dışında tekrar yüzüme bakmaz tavrıyla, yaşadığım 25 senelik hayatımı sanki bir dosya kâğıdına sıkıştırmanın başarısıyla kendinden emin konuşmaya başladı:

“Bu bilgileri daha evvel almamışız sizden, dosyanızda olması lazım onun için doldurdum” dedi gergin gergin. İsmini söyledi. Bundan sonra benimle kendisinin ilgileneceğini açıkladı aynı soğuklukla… İlgi, ilgilenmek bu eylemlerinin bendeki karşılığı bu değildi ama çok çok sonra öğrenecektim bu doktor için ben ve benim gibi HIV ile yaşayanların herhangi bir rakam, değer ve sonuçtan ibaret olduğunu.”

“CD4’ler iyi,RNA da fena değil. Şimdilik dikkat et sigara alkol kullanma 3 ay sonra yine gel bu arada bir dernek var orda senin gibilerle konuşabilir tanışabilirsin ama bende yok numarası Pozitif Yaşamak mı Yaşam mı öyle bir dernek oraya git vakit bulursan ” dedi ve sonraki hasta için butona bastı, başka birisinin kırmızı “İÇERDE” yazısı isminin yanında yandı ve ben “İÇERDE” olmaktan içerlemiş olarak direk kaçtım odadan.”

CD4 Nedir? RNA dediği şey ne?

Neden CD4’ler iyide RNA fena değil?

İkisinin de iyi olması gerekmez mi? 3  ay sonra gel. Tamam, geleyim de 3 ay ne yapacağım?

Bu sorulara cevap alamadıktan sonra ne diye geldim ki buraya ya da bir daha neden gelmeliyim anlamadım…

Şu bahsettiği dernek nedir ne değildir bir bakayım bari diyerek ilk taksiye atladım işe daha fazla geç kalmamak için.

Sıradaki…

Sıradaki…

Sıradaki?

Kıvanç Er

30 Dakika

 

Hayatımın neresindeyim?

Neredeyim ben?

Yerimde duramıyorum… Yollar bitmek bilmiyor. Yaklaşık 30 dakika önce doktorun söyledikleri hala kulağımda çınlıyor.” Kuşkulu bir durum var elisa pozitif çıktı”…

30 dakika önce hayatımın neresindeydim?
Otobüsteyim eve gidiyorum ama kalbim otobüsten çok daha hızlı çarpıyor.

Boş yer olmasına rağmen oturmadım. Oturamıyorum, ayaktayım.

Hatta biran önce düğmeye basıp inmek istiyorum.

Test pozitif çıkmamış olsaydı şu anda nerede olacaktım? Yine bu durumda mı olacaktım?

Sanki eve gidince odama girince biri masamda “şaka yaptık” notunu bulacakmış gibi hissediyorum.

Koşarak eve odama girdim ama orda da duramıyorum. Ne oturabiliyorum ne üzerimi değişebiliyorum.

30 dakika bir insanı değiştirebilir mi?

15 gün sonra doğrulama testi çıkacakmış.

15 gün.

Ben nasıl 15 gün bekleyeceğim?

Hayatta yapamam böyle bir şeyi. Bekleyemem, beklemeyeceğim…

Doktoru aradım ve 15 gün bekleyemeyeceğimi özel bir laboratuarda testi yaptırmak istediğimi söyledim.

Doktorun tavsiye ettiği yeri aradım hemen.

Telefonu açan kişiye muhtaççasına anlattım durumu sanki onun söyleyeceği şeyle geçecekti her şey. Onun ağzından çıkacak bir kelime düzeltecekti her şeyi.

Düzeltecekti…

Birkaç saat sonra soluğu orda aldım…
Önce oradaki doktorla görüştüm yaklaşık 3 saat önce hayatımın en şok edici o içimi yakıp kavuran durumu anlattım. Doktor hanım sakinleştirmek için 1 bardak su doldurdu verdi ama elim ayağım artık nasıl titriyorsa yıktım devirdim suyu.

Doktor en erken 24 saat sonra çıkabileceğini söylüyor sonucun. 24 saat nasıl geçer ki? Doktorun gözünün içine bakıyorum sanki al şu ilacı iç deyince geçecekmiş gibi bir şeyler yapmasını bekliyorum.

30 dakika, 15 gün, 3 saat ve 24 saat…

Zaman anlamsızlaşıyor beynimde. Bir yanda da her geçen dakika daha fazla önemli olmaya başlıyor benim için. Sonuca ulaşmam gerek…

Doğrulama testi için kan veriyorum ve arkadaşımın “Hadi Deniz çıkalım artık bak kapanacak birazdan burası” demesi ile atıyoruz kendimizi Kadıköy sokaklarına. Aptallaşmışım, içim yanıyor içim, gözümden bir damla yaş gelmiyor ama bir ağlasam günlerce susmam herhalde. Susmam…

Bu şekilde eve gitmek istemiyorum ve hayatta en çok güvendiğim arkadaşım kardeşim Ekrem’i arıyorum. Zaten 2-3 saat önce doktor elisa testiniz pozitif çıktı dedikten sonra hastanenin bahçesinde ilk onu aramıştım. O bana “Olur mu öyle şey oğlum kafana takma” demişti.

Eczaneden rahat uyutur vaadiyle tavsiye edilen bir kutu bitkisel bir ilaç aldım. Sözüm ona sakinleştirirmiş, rahatlatırmış gece rahat uyumamı sağlarmış…

Ekrem’i görünce biraz rahatlarım deyip, o gece Ekrem’de kalacağımı babama söylüyorum ve biniyorum minibüse. Hem kendi ailem hem Ekrem’in ailesi bilir samimiyetimizi.

Ve hep şey derdim “Başıma bir şey gelecekse Ekrem yanımda olsun!”

Kazada geçirecek olsam, yolda da kalacak olsam, hatta ölüm anımda bile yanımda olmasını istediğim yegane insanlardandır Ekrem.  O olunca bana bir şey olmaz gibi hissediyordum. Küçük bir çocuk için baba  ne kadar güçlü ve yanında güvende hissedilecek biri ise Ekrem’de benim için öyleydi.

Ekrem’de kalırsam biraz düzelirim ve hem yarınki benim için hayati önem taşıyan yurtdışında staj yapmama imkan sağlayacak sınavıma rahat girerim deyip gidiyorum Ekremlere.

Ama yüreğim yangın yeri…

Ölmek için çok gencim. ben bu şekilde ölemem.

Yarını düşünüyorum ve hayal kuruyorum “Kesin negatifim!”

“Ohh be diyeceğim” ve  belki de sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlayacağım.

30 dakika, 15 gün, 3 saat ve 24 saat…

Deniz Türk

Yeni Bir Yazar

 

Sevgili okuyucularımız,

Bir günlük projesini ilk oluşturmak istediğimizde sadece iki yazarla ile yola çıkacağımızı ama daha sonra aramıza başka yazarların da katılacağını biliyorduk.

Günlüğümüz bir ırmağa benziyor, bir ırmak başka ırmaklardan beslenebilirse sürekliliğini sürdürebiliyor ve büyüyor. Bu yüzden aramıza başka yazarların katılması şüphesiz bize sevinç ve güç veriyor.

Artık HIV/AIDS ile yaşayan insanların hayatlarını bu kadar açık bir biçimde bizimle paylaşıyor olması toplumsal olarak ilerlememiz ve empati yeteneği kazanabilmemiz için çok önemlidir.

Bugün aramıza katılan yeni yazarımız Deniz Türk bundan sonra bizimle öyküsünü paylaşıyor olacak. Şüphesiz hikayesi ile bizlere sağlayacağı çok şey var.

Sizi aramıza yeni katılan yazarımız ile baş başa bırakmadan önce göstermiş olduğunuz destek için çok teşekkür ediyoruz,

Saygı ve sevgilerimizle,

Okan Aksu

HIV Pozitif Annesi

2010 Ocak

Ben 63 yaşında bir anneyim. Kısa bir süre önce kızım Sevgi’nin öyküsünü bu siteden okumaya başladınız. O tüm bu yaşadıklarını sizlerle paylaşırken ben de kendi çerçevemden olanları sizlere anlatmak istedim. Bir annenin gözünden…

Bütün olup biten her şeyi çok iyi hatırlıyorum.

5 yıl önce kızım günden güne zayıflamaya başlamıştı. İşten geldiğinde 3 kat merdiveni çıkınca kapıda yığılıp kalıyordu. Bu bitkinlik sıklaşınca bir sabah yataktan kalkamadı. Nefes alamıyordu.

Hemen ambulans çağırdık ve kızımızı Vakıf Gureba ve Yeditepe Göğüs Hastalıkları Hastanelerine götürdük. Bize “Bir şeyi yok, psikolojiktir” dediler ve eve gönderdiler.

Ertesi sabah daha da kötüleşti. Bu defa Samatya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne götürdük. Oksijen verdiler daha da kötü oldu.

Eşim dahiliye şefini tanıyordu. Doktor muayene ederken kızımdan kalkmasını istedi. Kızım çok zor kalktı ve yatağa yığılıp kaldı. Sanırım doktor onun bu halini görünce bütün bu olup bitenin “psikolojik” olmadığını anladı. Kızım gerçekten çok hastaydı.

Hemen o gün onu hastaneye yatırdık. Tahlil ve tetkikler yapılıyor ama bir şey bulunamıyordu. Bu süre zarfında hareket ettiği anda nefes nefese kalıp, bitkin ve halsiz kalıyordu. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Özellikle akşam saatlerinde durumu daha çok kötüleşiyordu. Nefesi iyice gidiyor, soluksuz kalıyordu.

Aniden üşümeye başlıyor, donarcasına titriyor, ardından çok yüksek ateşle yanıyordu. Bileklerine, bacaklarına soğuk bezler ıslatıp sarıyorduk. Bu gecelerden biride ağırlaştığı için yan yatakların refakatçileri başında Kuran okumaya başladı.

O çaresizlik duygusunu anlatamam. Ölecek diye öyle çok korktum ki.

Yüksek dozda antibiyotik ve serumlar veriliyor, bir yandan da ne olduğunu araştırıyorlardı. Bir sabah doktor kızımı odasına aldı ve “Özel olarak görüşmek istediğini” söyledi..

Bir müddet sonra geldiğinde yatağına uzandı, arkasını döndü, öylece yattı.

Üzüldüğünü anladım. Sonra babası bana ne olduğunu söyledi. Tedavisi varmış dedi. Hem üzüldüm, hem teselli buldum. Ne olduğunu öğrenmiştik.

Daha sonra Cerrahpaşa’ya sevk edildik. Orada yeniden tedavisi başladı.

Sanırım 1 ay kadar kaldık. Arada çok kötü günler geçirse de yavaş yavaş iyileşti. Kendine çok dikkat ediyor. Tedavisini hiç aksatmıyor ve gayet normal yaşıyor. O günler ile kıyasladığımda kızım şu anda eskisinden bile güçlü, sağlıklı. Ve biz de onun bu halini görüp geleceğe umutla bakıyoruz.

Kızım şu anda çalışıyor, hayat ve kendisi için bir şeyler üretiyor ve insanlara yardımcı oluyor. Biliyoruz ki, tedavi aldığı sürece ne onun ne bizim hayatımızda bir şey değişmeyecek.

Biz onu hasta olduğu için hiç dışlamadık. Aynı evde, aynı eşyaları kullanmakla kimseye bir şey bulaşmayacağını biliyoruz. Evde hiçbir şeyimizi ayırmıyoruz.

Ben hastanede, babası dışarıda kızımızla severek ilgilendik. Kızım bizim için çok değerli. Onu çok seviyoruz.

Ayfer Yılmaz

Ben Artık…

 

Bir hastaneye alışmak kolay olabilir mi? Hayatım boyunca hastaneleri her zaman sıkıcı, soğuk ve işlerimi tamamladıktan sonra hemen uzaklaşılması gereken yerler olarak gördüm.

İstanbul Üniversitesi (Cerrahpaşa) Tıp Fakültesi’ndeki ilk gecemden sonra biraz biraz buraya alışmaya başlamıştım.

Bu hastane benim hayatımda yeni bir şeylerin başlayacağı bir yerdi. Sevgi Yılmaz’ın hayatında beklide en önemli dönemlerden birinin başlayacağı yerdi…

Yapılan tarama testlerinde HIV pozitif olduğum ortaya çıkmıştı!!!

Sil baştan tüm tahlillerim burada yeniden yapılmaya başlandı. Westernblod – doğrulama testi ki bu test gerçekten HIV ile enfekte olup olmadığımı gösterecekti, viral yükü (vücudumdaki virüs sayısı) , CD4 sayıları (bağışıklık sistemimdeki akyuvarlarımın sayısı)…

Hepsi için tekrar tekrar kan alındı.

Benim doğrulama testimin sonucunu 2 gün sonra vereceklerdi. İnsan içinde “Belki yalancı pozitifliktir… Belki negatif çıkar diye…” diye nasıl büyük umutlar besliyor bilemezsiniz… Bu küçük ihtimalin doğru olması için dua ediyorsunuz hep…

Sonuç negatif olabilir düşüncesi aklımdan çıkmıyordu bir türlü…

Ama olmadı ve sonuç pozitif geldi…

İçimden bir çığlık yükseldi…

Sessizce; “Anne, orada mısın?”

Artık HIV pozitif olduğum kesindi!!!

Sonucu aldığım anda nedenini bilmiyorum ama korkmadım. Hüzünlenmedim. Sadece biraz şaşkındım. Çünkü bu hastalık “Hep başkalarının başına gelmez miydi?”

Bir süre sonra kendimi durumumu unutturacak olan bir soru geldi aklıma;

Peki ya kızım?

Hamileliğim sırasında mı HIV ile enfekte olmuştum, ona da geçmiş miydi? Bu düşünce beni her şeyden tüm yaşadıklarımdan daha fazla düşündürüyordu…

Bu arada hemen kızımdan kan alındı.

Çok şükür onda bir şey yoktu.

Evden televizyonu ve kitaplarımı da getirtmiştim. Manzarası gasılhane (ölülerin yıkandığı yer) olan odamda rahattım…

Korkacak hiçbir şey yoktu çünkü emin ellerdeydim…

Her gün annemle gasılhaneyi seyredip “Allah rahmet eylesin. Bu ölenin seveni çokmuş.” Veya “Aaa bak bu pek bir kimsesizmiş. Kimseler yok” diyerek katılımcı profilini inceliyorduk.

Sevgi Yılmaz

Yeni bir hayat…

05 Ocak 2006

Yeni bir yılın 5. Gününü yaşarken, hayatımın geriye kalan günlerinden kaçıncısını geride bırakıyordum acaba… 10 Ocakta tekrar hastaneye gitmem gerekecek…

İş yerinden nasıl izin alacağım, aileme ne diyeceğim, sürekli yalan söylemekten yorulmaya başlıyorum… Sanırım bu sefer iş yeri için küçük yalanlarıma ailemi dahil etmem gerekecek, aileme söylediğim küçük yalanlar içinse iş yerimi kullanmam gerekecek…

Bunu nasıl dengeleyeceğim bilmiyorum. İçimden bir ses her şeyi boşver gittiği yere kadar yaşa keyfine bak diyor hayatının. Zaten en ufak bir hastalık durumum yok ki… Bir kez hastaneye gittiğimi hatırlıyorum oda yıllar evveldi…

Her mevsim geçişinde mevsimi şişerek karşılayan bağdemciklerimin kronikleşen hali için gitmiştim ve en nihayetinde alındılar, onlarda bende rahatladım. Yani 10-15 sene evvelden hatırladığım bu sorun dışında hastane nedir bilmezdim…

Aslında beni test olmak konusunda ikna eden arkadaşım olmasaydı bunları hiç yaşamayacaktım… Şimdiyse bir hastanenin neredeyse poliklininlerinden, laboratuarlarına, hasta kayıttan doktor odasına kadar her yeri öğrenmem gerekiyordu…

Oysaki büyüdüğümü ve hayatan öğrenmem gerekenlerin hepsini öğrendiğimi düşünerek yaşamaya başlamıştım bir süredir…

Ama aslında hayat devam ettikçe öğrenmem gerekenlerin hiç bir zaman sonlanmayacağı gerçeğini yine bana yaşatarak öğretiyordu hayat.

İnsan öğrenmediğinden korkar, az bildiğinden çekinir ve bilmediğinden kaçar şimdi daha net anlıyorum bunu…

Korkularımı azaltmak için öğrenecek zaman, az bildiğim herşeyi gereken doygunluğa ulaştıracak bir kaynak ve bilmediklerimi öğrenebilecek bir kuvvet diliyorum şimdi hayattan…

Yaşıtlarımdan farklı olduğumu hissettiğim ilk zamanlar geldi aklıma, eşcinselliğimle uzlaşmam, barışmam ve kendimi olduğum gibi kabul etmem için yorucu, uzun bir yolculuk geçirmemiş miydim, işte yine öylesi bir yolun başındayım…Beni cinsel kimliğimle kabul eden olduğum gibi beni sevmelerini öğrettiğim bir aileye sahip oldum büyük emek ve çabalarla ve şimdi aynı çaba ile bir kez daha kendimi ortaya koymak herşeyi açık açık konuşarak yaşadığımı paylaşmalıyım annemle,ailemle ve dostlarımla…

Ama bunun için önce a dan z ye ben öğrenebilmeyim anlatmaya çalıştığım herneyse…

Geçecek, bu da geçecek ve ben yine yeniden sağlam güçlü adımlarla kendim ve sahip olduğum, iyi güzel, çirkin her yanımla yürümeye devam edeceğim… Bir Candan Erçetin şarkısı misafir olurken kulaklarıma bunları yazıyorum…

“İşte ben böyle bir hal içindeyim

Aslında derin keder içindeyim

Bazen bilmeyerek ne yaptığımı

İyi kötü güzel çirkin her biçimdeyim”

Bir adım daha ileri…

31 Aralık 2005

30 Güne bölünmüş bir aylık zaman diliminin bir ömre hükmedebileceği anlar yaşatacağını bilmezdim… Düşünemezdim… Beklemezdim…

Bir adım daha atıyorum…

Soğuk koridorlarından geçerek doktorun odasına ulaşmaya çalıştığım hastanenin yıllanmış yapısından geçerken, sanki hayatımın önemli parçalarını bir bir bırakıyorum hissinden kurtulabilecek miyim acaba?

Bir adım daha…

En kötüsü budur herhalde diye düşünüyorum, her geldiğinde bir önceki gelişinde bıraktığım parçalar tüm ağırlığı ile kendilerini bana hatırlatacaklar.

Ve bir adım daha…

Nihayet doktorun kapısındayım. On beş gündür duymaya kendimi hazırladığım konuşmayı dinlemek kapıyı aralamak, ya da her şeyi bir kenara bırakarak, ayaklarımın sürünerek geldiği bu koridordan hayatımda ki en hızlı koşuşumla kaçmak düşüncesiyle mücadele ederken parmaklarımın cesur davranışlarıyla kapıyı çaldığını 2 – 3 saniyelik bir gecikmeyle duydum ve arkasından doktorun “Buyurun” davetini algılayıp odaya girdim…

Geniş siyah venge mobilyadan yapılan masanın üzerine kestirilerek konulduğu çok aşikar olan cam yüzeyde kendi yansımama baka kaldım… Doktor bu tedirgin duraksamayı uzatmamak için “Oturun Kıvanç Bey, rahat olun lütfen” dedi ve küçük bir orta sehpanın sağ ve soluna yanaştırılmış koltuklardan birisine oturdum.

Duymaya hazırlandığımı düşündüğüm cümleler bir bir dökülmeye başladı doktorun ağzından, Hala kurduğu cümlelerin sonlarında “ama sizin testiniz negatif” demesi beklentisi ile uzunca bir konuşmayı, dinlemeye, anlamaya, anlamlandırmaya çabaladım…

“Şimdilik bunlarla başlayacağız” sözleriyle kendime geldim ve elime tutuşturduğu bir takım test kağıtlarını alıp “sağolun” diyebildim sadece.

Artık kesindi ve bunu kabul etmem gerekiyordu. Hayatımın ortasındaydım ve kalan diğer yarısını görememek hissi ile… Annemi, dostlarımı, kariyerimi düşünmeye başladım.

Dışarıya ve yeni bir hayata doğru bir adım daha attım…

Ve bir adım daha…

Bir adım daha…

Kıvanç Er

Bir Bahçe…

Pozitif Günlük çok yoğun bir ilgi ile ilk haftasını tamamladı. Öncelikle okuyucularımıza bize göstermiş oldukları yoğun ilgi için gerçekten çok teşekkür ederiz. Gördüğümüz bu ilgi bizlere doğru yolda olduğumuzu bir kez daha gösterdi.

Bu yola çıktığımızda aklımızda birçok fikir ve amaç vardı kuşkusuz. Ancak ben bir editör olarak burayı hiçbir zaman basit bir web sayfası olarak görmedim. Burası basit bir web sayfasının çok ötesinde bir yer olacaktı. Buradan birçok beklentilerimiz vardı.

Buradaki çaba ve harcanan emeklerin tümünün daha önceki yazımda belirttiğim amaçlarının dışında kuşkusuz başka amaçları da var. Burası HIV/AIDS konusunda insanlara bilgi vermek, deneyimlerin paylaşılmasını sağlamanın yanı sıra birkaç kişinin hayat ile olan bağını, temasını bizlere göstermektedir.

Onların çabası ile yaşayan bu site aslında bir çeşit bahçedir.

Bir bahçe yapmaya çalışmak

Evet, aslında burada yaptığımız şey en basit anlamı ile bir bahçe yapmaya çalışmaktan ibaret. Burada ağaçlar dikiyoruz, ağaçları suluyor ve buduyoruz. Kısacası bahçemin güzel olması ve bizden sonra gelenler için de bir anlam ifade etmesi için ne gerekiyorsa yapıyoruz.

Neden bir bahçe?

Bu satırları okuyan bütün okuyucuların aklından aynı sorunun geçtiğinden eminim: Neden bir bahçe?

Psikolojik olarak yapılan analizlerde, kişinin bir bahçe ile uğraşması onun geleceğe inandığını ve umutlarını kaybetmediğini gösterir. Birçok psikolog için kişinin geleceğe yönelik böylesine kalıcı ve uzun vadeli bir işi severek yapıyor olması, onun aslında kendine güvendiğini, geleceğine inandığı ve ümidini yitirmediğini gösterir. Bunun en sağlam örneği de sanırım bir bahçe yapmaktır.

Evet, bir bahçe yapmak geleceğe inanmaktır. Bundan 10 yıl sonrası için bile planlarımız olduğunu göstermektedir. Bir bahçe yapmak sadece bizim için değil, etrafımızdaki insanları için de bir şeyler yapacak kadar mutlu, enerji dolu olduğumuzu ve bir inancımız olduğunun en büyük göstergesidir.

Bir editör olarak burada yapılan işe inanmıyor olmam zaten mümkün olamaz. Ancak siz değerli okuyucular açısından buranın sadece bir günlük olduğunu düşünmememsi, buraya bir bahçe olarak bakması bizim en büyük amacımızdır. Bu bahçe HIV/AIDS ile yaşayan insanların aslında geelceğe inandıkları, ümitlerinin olduğu, herkes kadar mutlu bir hayat sürebildiklerinin bir göstergesi olacaktır.

Ve bu bahçe katkıda bulunmak, buraya güzellikler taşımak isteyen herkese açıktır ve açık olacaktır…

Bu günlük bunun için vardır,

Sevgiler & Saygılar,

Okan Aksu

Editör

Bir Tas Sıcak Çorba…

Ocak’ın ilk haftası 2005

Küçük bir çocuktum…

Mutlu bir ailem vardı ve çocukluk dönemlerimde mutlu olmak için yeterince nedenimiz oluyordu: Bir anne, biraz oyuncak ve sıcak bir ev…

Mutluydum.

Çok yaramaz bir çocuk değildim ama sık sık hasta olurdum. O zamanlar beni tek iyi eden şey annemin yanımda olması ve bana “İyileşeceksin kızım, hiçbir şeyin yok” demesiydi.

Annem her türlü ilaçtan daha etkiliydi benim için. O iyileşeceğimi söylediyse ben iyileşirdim. Ne de olsa o her şeyi bilirdi. Hele bir de bir tas sıcak çorba yaptı mı benim için bütün hastalıklar biterdi.

Şimdi bir hastanedeyim.

Ve hastanede geçirdiğim gecelerden birini hiç unutamam:

Ben yine krize girmiş, yattığım yerde çırpınıyordum. İleri derecede romatizması olan ve ayakta bile zorlukla durabilen annem çığlık atarak doktor çağırdı. Gelip müdahale ettiler daha doğrusu etmeye çalıştılar.

Nefesim biraz sakinleşmiş olmalı ki dalmışım. Kesik kesik görüntülerle hatırladığım ama hafızama kazınmış olan kare: Kuran sesleri arasında annemin elimi avuçlarının içine tutarak öpmesiydi. Bulutlanmış gözleriyle yalvarırcasına bana bakıyordu. Acaba o sırada aklından ne geçiyordu?

Ben bitkin bir halde, öylece yatarken annemin durumunu düşünebiliyor musunuz? Canının bir parçası orada öylece yatıyor, neredeyse can çekişiyor ve onun elinden hiçbir şey gelmiyor…

Tanrımmm !!! Ne büyük çaresizlik…

Ancak benim için annemin yanımda olması ne bana güven veriyordu. Yatağımın içine gömülmüş olan ben annemin yanımda olmasından dolayı mutluydum. Küçükken bana yaptığı çorbaları hatırlıyordum. Gülümsemeye çalışıyordum…

Sevgi Yılmaz